Bu haber kez okundu.

Dr. Sadık Top’un Kaleminden: Beslenme Alışkanlığının Kronik Hastalıklarla ilişkisi-2
banner229

BESLENME ALIŞKANLIĞININ  KALP - DAMAR HASTALIKLARI İLE İLİŞKİSİ

     Her yıl dünyada 17 milyon kişi kalp-damar (kardiyovasküler) hastalıklar nedeniyle yaşamını yitirmektedir. Amerika Birleşik Devletleri(ABD) başta olmak üzere Batı toplumlarında ve ülkemizde kalp-damar hastalıkları en çok öldüren hastalıkların başında yer almaktadır. Sağlık Bakanlığı verilerine göre, Türkiye'de koroner kalp hastalıklarından ölümler yüzde 43 oranıyla ilk sırada yer alıyor. Türkiye'de yaklaşık 2 milyon koroner kalp hastası bulunuyor ve  bu hastaların yılda 130 bini ölüyor. 

     Koroner kalp hastalıklarının gelişiminde genetik yatkınlık (irsiyet), yüksek tansiyon, sigara ve alkol kullanımı, şişmanlık ve diyabet (şeker hastalığı),  gerilimli (stress) yaşam koşulları gibi birçok  kişisel ve çevresel faktör rol oynar. Çevresel faktörlerden biri de beslenme alışkanlığıdır. Dünya nüfusunun önemli bir bölümü yetersiz ve dengesiz beslenme sonucu oluşan hastalıklarla mücadele ederken, Batı toplumlarında obezite (aşırı şişmanlık),  kanser ve kalp –damar hastalıkları gibi aşırı ve dengesiz beslenmeyle ilişkili kronik hastalıklar önemli bir sağlık sorunu olmayı sürdürüyor.

Dünyanın değişik yerlerinde yapılan çok sayıdaki çalışmada koroner kalp hastalıklarıyla diyet alışkanlığı arasında kuvvetli bir ilişki olduğu kanıtlanmıştır. Çeşitli toplumlardaki koroner kalp hastalıklarının görülme sıklıkları incelendiğinde, Kuzey Avrupa ülkelerinde daha fazla görülmesi, Asya ve Akdeniz ülkelerinde daha az sıklıkta görülmesi beslenme kültürlerine bağlanmıştır. Besinle kırmızı et, rafinerize gıda ve doymuş yağ asitlerinin fazla alınımı kalp-damar hastalığı riskini artırmaktadır. Kısacası, kişiler ancak yeterli ve dengeli beslendiklerinde "sağlıklı beslenme” davranışından söz edilebilir.

    Koroner Damar Nedir?

      Vücudumuzun yapıtaşları olan hücrelerin canlılığını koruyabilmeleri ve görevlerini yapabilmeleri için besin maddelerine ve oksijene gereksinimleri vardır; bunlar hücrelere kan ile ulaştırılır. Kan ise hücrelere atardamarlar (arter) yolu ile taşınır. Kanın atardamarlara pompalanması işini kalbimiz yapar. Her organ gibi kalbin de beslenmesi gereklidir. Kalbin kendisini besleyen damarlara “koroner damar” (koroner arter) denmektedir. Koroner damarlarda olabilecek hastalıklar doğrudan kalbin çalışmasını ve verimini etkileyeceğinden dolayı hayati öneme sahiptir. Kalp-damar hastalıkları arasında en çok görülen ve en önemli olanı “ateroskleroz”dur. Aterosklerozda koroner damarlarda yer yer kolesterol, kalsiyum, kan hücreleri  ve daha başka bir takım maddeler birikerek buralarda darlıklar ve tıkanıklıklar oluştururlar. Tıkanıklığa neden olan tortu yumru gibi, yumuşak sarımsı bir birikimdir. Orta boy ve büyük arterlerin daralmasına ya da tıkanmasına neden olan bu tortuya “aterom” veya “plak” denilir.

Ateroskleroz sözcüğü, ateromların içi yumuşak, dışı sert yapısından dolayı Yunanca athero-(lapa) ve -sclerosis (sertleşme) sözcüklerinden türetilmiştir. Türkçe’de yaygın şekilde “damar sertliği” olarak ifade edilir.  Koroner damarların daralmasından ya da tıkanmasından dolayı ortaya çıkan tabloya, koroner arter hastalığı veya koroner kalp hastalığı denir. Bunun sonucu olarak kalbin beslenmesi bozulmakta, kalbin ritmik çalışmasında ve kasılmasında hastalığın şiddetiyle orantılı bozukluklar oluşmaktadır.

      Damar sertliği çocukluk çağlarından itibaren oluşmaya başlar. Hastalık onlarca yıl yavaşça ilerlemesine rağmen, arterin bir aterom tarafından tıkanmasına kadar farkedilmez. Çoğu insan için aterom ilerlemesinin ilk klinik belirtisi kalbi besleyen arterlerde(koroner damarlar) bulunan ateromlardan (plak: tortu) kaynaklanır ve genellikle kendisini kalp krizi olarak gösterir. Ateroskleroz iki kötü sorun oluşturur. Birincisi, aterom zaman içinde yırtılabilir ve içinden çıkan parçalar kan yoluyla gidip daha dar damarları tıkayabilir. İkincisi, aterom yırtılmasa da büyümesi sonucunda damarın daralmasına yol açabilir.

Her iki durumda da damar tarafından beslenen organa yetersiz kan gitmiş olur veya ateromun kalınlaşmasının telafisi için damar genişler, bunun sonucunda damar duvarı zayıflar, en zayıf noktasından balon gibi şişip patlar ve iç kanamaya neden olur. Fakat en yaygın olarak izlenen durum yumuşak plakların yırtılmasıdır. Bunun sonucunda oluşan kan pıhtısı, kanı 5 dakika gibi kısa bir sürede yavaşlatır veya durdurur ve ölüme yol açabilir. Bu olaya enfarktüs denir. Bu olayın bir koroner arterin içinde meydana gelmesine “miyokard enfarktüsü”denir.

Kalp kasına  “miyokard” denir, enfarktüs ise kansız kalan doku nekrozunu (zedelenmesini) niteler. Böylece, “miyokard infarktüsü” tıkanmanın olduğu koroner arterin beslediği kalp kası bölgesinin hasara uğradığı anlamına gelir. Ayrıca, koroner arter daralmasının bir sonucu  olarak –kalbin kanı pompalama görevini yapamaması nedeniyle- bacak, böbrek, barsak ve diğer organlara  yeterli kan gitmeyebilir ve bu organlarda hasar oluşabilir. Sonuç olarak, koroner damarlarda olabilecek hastalıklar doğrudan kalbin çalışmasını ve verimini  ve dolayısıyla da tüm vücut organlarını etkileyeceğinden dolayı hayati öneme sahiptir.

     Aterom Oluşumunda Beslene Alışkanlığının Rolü Nedir?

     Aterosklerozun nasıl oluştuğu tam olarak aydınlatılmamış olsa da, gelişiminde rol alan birçok faktörün etkisi aydınlatılmıştır. Bugün geçerli olan kurama göre, damar davarındaki (endotel) hücrelerde herhangi bir nedenle bir hasar(lezyon: zedelenme) oluştuğu zaman aterom (plak, tortu, birikinti)  oluşumu süreci başlamış olur. Travma (örneğin baypas ameliyatı ), bakteriler, virüsler gibi birçok etmen damar duvarındaki hücrelerde hasar oluşturabilirler. Yüksek tansiyon da kan damarındaki basıncı yükselterek damar duvarında aşınmaya veya yırtılmalara neden olabildiğinden travma nedeni olabilir.

Damar cidarındaki hücrelerde hasar oluşturan etmenlerden biri de   low density lipoprotein:LDL (düşük dansiteli  lipoprotein) olarak adlandırılan moleküldür. Bu molekül hem lipit(yağ) , hem de protein içerir. Protein oranı az, lipit oranı özellikle kolesterol miktarı yüksek olduğu için yoğunluğu (dansitesi) düşüktür.  Kan plazmasında bulunan LDL endotelin içine sızıp oksitlendiği zaman kalp hastalığı için risk oluşturur. Damar duvarının hasar görmesi, bir yangı ( tıp dilinde inflamasyon) tepkisi doğurur. Bir akyuvar türü olan monositler kandan dolaşımından arter duvarı hücrelerinin içine girer, ayrıca yine kan hücreleri olan trombositler de duvara yapışır.

Ardından, monositler değişime uğrayıp makrofaj olur, bunlar da oksitlenmiş LDL'yi içlerine alarak zamanla "köpük hücre"lere dönüşür. Bu hücrelere “köpük hücresi” denilmesinin nedeni içlerine aşırı miktarda yağ birikmesidir.  Köpük hücreler sonunda ölür ve bu yangı (inflamasyon) sürecini daha da yaygınlaştırır. Köpük hücreleri ölünce içlerindeki kolesterol ve diğer lipitler de aynı yerde birikmeye başlar, kalsiyumun da işe karışması ile bir tortu (aterom) oluşur. LDL'nin damar hücreleri içinde oksitlenmesi ve köpük hücrelerinin oluşmasına neden olması aterom oluşumunun ilk adımıdır. Kısacası, aterom oluşumunda tetiği çeken oksitlenmiş LDL’dir. LDL oksidasyonuna etki eden karmaşık biyokimyasal reaksiyonlar zinciri vardır, bunlar en çok, damar cidarındaki hücrelerde bulunan “serbest radikaller”den kaynaklanır. Serbest radikaller vücudun doğal metabolizmasının sonucu oluşabildiği gibi  hava kirliliği, sigara içmek, kanser ilaçları ve antibiyotiklerin tedavi amacıyla kullanılması ile de dışardan vücuda girebilirler.    

Kolesterol Nedir?

     Kolesterol, insan vücudunda doğal olarak bulunan, yağa benzer bir maddedir. Herkesin kanında kolesterol bulunur. Kolesterol, hem vücudumuzda yapılır, hem de yiyeceklerle alınır. Beyin, sakatatlar (karaciğer, böbrek, dil, dalak, yürek, işkembe vb.), yumurta sarısı, sucuk, salam, sosis, pastırma , kırmızı et, tavuk ve balık derisi, tavuk ve balık eti, kaymak, krema, tereyağı, kuyruk yağı kolesterolce çok zengin yiyeceklerdir. Her gün besinlerle yaklaşık 0.5 g kolesterol almamıza karşın, vücudumuz günde 1-1.5 gram kolesterol yapar. Kolesterol, yağımsı bir maddedir. Normal koşullarda, yağ suyun içinde çözünmez. Kolesterol de su özelliklerini taşıyan kanda normal koşullarda çözünmez.

Kolesterol, kanda çözünmesi ve taşınması için karaciğerde bir protein ile birleştirilir (paket edilir). Bu kolesterol ile protein birleşimine “lipoprotein” adı verilir. Lipoproteinler  LDL, HDL, IDL ve VLDL olmak üzere 4 tipi vardır. Bunlardan LDL ve HDL koroner kalp hastalıkları açısından önemlidir. LDL’nin açılımı “low density lipoprotein”dir, Türkçe’ye “düşük yoğunluklu lipoprotein” olarak çevrilmiştir. Bunun anlamı, içeriğinde protein miktarının az, kolesterol miktarının fazla olmasıdır. HDL’nin açılımı ise, “high density lipoprotein”dir. Bunun da Türkçe karşılığı “yüksek yoğunluklu lipoprotein”dir. Bunun da anlamı yapısında proteinin çok, kolesterolün az olmasıdır.

LDL -kolesterol ve HDL- kolesterol  Nedir?

    Kolesterolün vücudumuzda yaşamasal önemi vardır. Seks hormonlarının, vücudun su ve tuz dengesini ayarlayan kortizol ve aldesteron hormonlarının,  yağların bağırsaklardan emilmesini sağlayan safra asitlerinin, D-vitamininin ana maddesi kolesteroldür. Hücre zarında ve sinir sistemimizde de çok önemli görevleri vardır. Besinlerle alınan kolesterol ile vücutta yapılan kolesterol karaciğerde LDL formunda paketlenerek ihtiyacı olan dokulara gönderilir. Ancak, vücut için bu kadar elzem olan  kolesterolün kanda uzun süre yüksek kalması atardamar duvarında birikerek, kalbe kan taşıyan damarların tıkanmasına yol açar, yani  yukarıda sözü edilen “ateroskleroza” neden olur.

Bu nedenle, hücrelerde kullanılmayan kolesterolün tekrar karaciğere getirilmesi gerekir. Bu kez kolesterol HDL formunda paketlenerek karaciğere gelir. Bundan dolayı, LDL-kolesterole “kötü kolesterol”, HDL-kolesterole ise “iyi kolesterol” denmektedir. Dokularda biriken kolesterolü toplayarak karaciğere getirdiği için, yani dokulardan ve damarlardan uzaklaştırdığı için HDL’ye “çöpçü (temizlikçi) lipoprotein” de denir. Buradan da anlaşıldığı gibi, kanda LDL- kolesterol seviyesinin yüksek olması kalp-damar hastalığının oluşma tehlikesini artırır. Sağlıklı bir insanın kanındaki LDL kolesterol miktarının 130 mg/dL’yi aşmaması gerekir.

Buna karşın, HDL-kolesterolün kanda yükselmesi, atardamarlarda biriken kolesterolün temizlenmesine yardım ettiği için, kalp-damar sağlığı yönünden olumludur. Başka bir söylemle, HDL- kolesterol seviyesinin düşük olması kalp-damar hastalıklarına yakalanma riskini artırır. Sağlıklı bir insanın her 100 mililitre kanında HDL-kolesterol 40-50 miligram veya daha yüksek olmalıdır. Dokulardaki kolesterolü karaciğere geri taşıyan HDL miktarı az ise bu LDL birikiminin başlattığı ateroskleroz sürecini daha da hızlandırır.

    İnsan vücudunda bulunan her türlü kolesterolün toplamına "total kolesterol" denir. Total kolesterol seviyesinin yükselmesi, kalp krizi ve felç gibi kalp-damar hastalıklarına yakalanma riskini artırır. Sağlıklı insanlardaki total kolesterol miktarının her 100 mililitre kanda 200 miligramı aşmaması gerekir. Kanda total Kolesterol seviyesi 200 mg/dL’den, LDL-kolesterol seviyesi 130 mg/dL’den yüksek ve HDL-kolesterol  seviyesi de 35 mg/dL’den düşük ise  koroner kalp hastalığı riski (olasılığı)  yüksektir.

     Sonuç olarak, kanda kolesterolün yüksek olması bir yağ metabolizması bozukluğudur ve bu bozukluk  ateroskleroza neden olabilmektedir. Bu  nedenle beslenme tarzındaki kolesterol miktarı ile kardiyovasküler risk arasında doğrudan bir ilişki vardır. O halde, kan  kolesterol seviyesi normal sınırlar içinde seyrederse yağ metabolizması bozukluğundan kaynaklanan koroner kalp hastalığı riski ortadan kalkacaktır. Yukarıda kolesterolün hem besinlerle alındığını hem de vücutta yapıldığını vurgulamıştım.  İnsan karaciğeri  kimyasal adı “asetat” olan iki karbonlu bileşikten kolesterol sentezleme yeteneğindedir.

Asetat, nişasta ve yağların vücutta yıkılmasından (kullanılmasından) sonra geriye kalan bileşiktir. Vücudumuz günde 1-1.5 gram kolesterol yapar. Türkiye toplumunun çoğunluğunun günlük besin olarak en çok tahıl ve baklagilleri yediğini, bunlardan en çok alınan besin öğesinin de nişasta olduğu bilinmektedir. Nişasta vücutta kullanıldıktan sonra geriye 2 karbonlu bileşik olan asetat kalır. O halde, nişasta ağırlıklı bir beslenmede kolesterol yapımı çok artacaktır. Yani kişi doğrudan kolesterol kaynaklı olan hayvansal katı yağlar, et ve et ürünlerini tüketmese bile, nişasta ağırlıklı besleniyorsa (ekmek, patates, nohut, fasulye, bulgur, pirinç,vb)  kan kolesterolü yükselecektir. Yüksek kan kolesterolüne sahip bir kimsede  yaptığı perhize rağmen kan kolesterolü düşmüyorsa, yüksek kolesterolün kaynağı besinlerle alınan değil, vücutta yapılan kolesteroldür. Bu nedenle, doktorlar böyle  hastalarına vücutta kolesterol yapımını engelleyen “lipitor” ,”ator”, “zocor”, “lovakor” gibi ilaçlar reçete ederler.

      Besinlerde bulunan lifli maddelerin (dietary fibre:posa) hem besinlerle alınan kolesterolün barsaklardan emilimini azaltarak, hem de vücutta kolesterol yapımını engelleyerek kan kolesterol seviyesini azalttıkları ve normal sınırları içinde seyretmesini sağladıkları insanlar üzerinde yapılan çok sayıdaki araştırmanın sonucuna dayanılarak iddia edilmektedir. Bu etkiyi en çok suda çözünen bitkisel kaynaklı lifli maddelerin  gösterdikleri ileri sürülmüştür.   Bunların içinde yulaf  ve soya fasulyesi ürünleri ile meyve ve sebzeler başta gelir.

   ÖZET:

      Beslenme deyince her ne kadar aklımıza yemek yeme gelse de,  beslenme sağlıklı yaşamın en temel belirleyicisidir. Yani, bedensel, zihinsel ve ruhsal sağlımız beslenme tarzımızla yakından ilişkilidir. Bu nedenle, sağlıklı olabilmenin başında yeterli ve dengeli beslenme gelir.  Bunun  için şu besin maddesinden şu kadar gram, öbüründen bu kadar gram yenmeli gibi katı bir anlayışa sahip olmak yerine, yemeklerde (öğünlerde) besin çeşitliliğinin olmasına dikkat etmemiz gerekir Böylece, temel beslenme ve enerji gereksinimi karşılanmış olur.                                                                

  Dr. Sadık Top

Klinik Biyokimya Uzmanı

SİİRT-  Hayat Hastanesi

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.