Bu haber kez okundu.

Siirt'te Bir Yaz Günü (Dr. Sadık Top'un Kaleminden)
banner229

Bir pazar sabahı; dışarı çıktım, güneş, pırıl pırıl, doğuda, yeni yükseliyor gökyüzünün açık maviliğine. Batıda ise, belli belirsiz yarım ay görünüyordu. Tatlı bir ilkyaz sabahının güneşi altında pırıl pırıl yanan güzel,

Bir pazar sabahı; dışarı çıktım, güneş, pırıl pırıl, doğuda, yeni yükseliyor gökyüzünün açık maviliğine. Batıda ise, belli belirsiz yarım ay görünüyordu. Tatlı bir ilkyaz sabahının güneşi altında pırıl pırıl yanan güzel, geniş Üniversite bahçesine ve daha yukarılardaki fıstık bahçelerinin olduğu Tillo yolundaki tepelere uzun uzun baktım. İçimde nedensiz ve tarifsiz bir mutluluk yola düşüyorum; Güres Caddesi’nin devamı olan Üniversite Caddesi’ne yöneliyorum.

Siirt’te –özellikle hafta sonları- beni çeken kentin ortasında, saklı, gizemli bir yer var: “Kızlar Tepesi.” Oraya gideceğim ama tepeye çıkan şehrin içindeki en kestirme yollardan değil, kentin en dış mahallelerinin ortasından geçen cadde boyunca yürüyüp geniş bir kavis çizerek gitmek istiyorum; böylece, hem yürüyüş güzergâhımı uzatarak spor yapmış olacağım, hem de çevreyi seyredeceğim.

Yol boyunca yürürken etrafı seyrediyorum; sanki hiç tanımadığım bir şehre bakar gibiyim. Etraftaki tarlalara yüksek yüksek binalar yapılmış; yine “bitişik nizam”, yine içlerinde en az birer odaları penceresiz, yani kör! Güneşin en bol olduğu bir şehirde güneşsiz, ışıksız evlerde yaşamak!.. Karadeniz fıkrası gibi… Daha binaların dış sıvaları yapılmadan, kapı-pencereleri takılmadan, hatta üst katların tuğlaları bile örülmeden giriş katlarındaki dükkânlar, mağazalar, kafeler, lokantalar faaliyete geçmiş bile, inşaat devam ediyor; şaka gibi..

. Oysa daha 8-10 yıl öncesinde buralarda sağlı sollu ekin tarları olduğu söyleniyor. Dün denilebilecek kadar kısa bir süre önce, 2-3 yıl öncesinde, o zamanki adı Meslek Yüksek Okulu olan Üniversite, Güres Caddesi’nin bittiği noktadan daha ötede, kentin tamamen dışındaydı. Şimdi ise, Güres caddesinin devamındaki cadde kilometrelerce Batı’ya doğru uzanıyor, Üniversitenin bulunduğu alan kentin merkezi oldu.

Siirt’te son 4–5 yıldan beri çok hızlı bir yapılaşama var ve kent, tıpkı Samsun’un Bafra ovasına, Ankara’nın Polatlı ovasına, İstanbul’un Sakarya ovasına, Adana’nın Çukurova’ya doğru uzaması gibi, Türkiye’nin, belki de tüm dünya ölçeğinde, en verimli tarım toprağı olan Siirt ovasına doğru genişleyip büyüyor; civardaki dağlar çırılçıplak ve bomboş duruyor.

Oysa eski Siirt olarak bilinen yerleşkenin görece verimsiz bir yamaca kurulduğu çok net görülebiliyor. Aynı şekilde, çok çok eski bir yerleşke olan Tillo'da kireçli, kayalık bir dağa kurulmuş. Yani, Siirtlilerin ataları dağa yerleşip ovayı ekerken, onların çocukları ovaya yerleşip gurbette ekmek arıyor. Bu, sadece Siirt’e özgü bir olgu değil, hemen tüm Türkiye’de durum bu. Neden toprağın gerçek değeri olan ürün verimini değil de, toprağı betona dönüştüren, yani değersizleştiren “rant”ı değer olarak görürüz?

Kısacası, yürüdüğüm caddenin kenarlarında bir tek aşina tarla, bir bildik rüzgâr yok. Yeni Üniversite yerleşkesi (kampus) de Havaalanı yanında, Kezer ırmağına yakın bir yerde ovaya kuruluyor diye duydum, ne kadar doğru bilemiyorum. Türkiye’de kentleşme sadece burada andığım kentlerle sınırlı değil, hemen tüm Türkiye kentleri, kasabaları, ilçeleri tarım yapılan ovalara doğru genişliyor.

Devlet de, TOKİ kurumuyla, bu işin başını çekiyor. Yerleşim yerine dönüştürülen tarım ovası bir daha eski haline getirilemez. Yani, bu yol geriye dönüşü olmayan bir yoldur. Türkiye’de her yıl nüfusa bir milyon yeni kişi ilave oluyor ve -her nedense- ülkeyi yönetenler, "En az üç çocuk yapın" diyerek nüfusun daha da artmasını istiyor/teşvik ediyorlar. Bir yandan nüfus hızla artarken, diğer yandan tarım alanları hızla küçülüyor. Eğer, çözümsüzlüğün içinde çözüm aramak “paradoks” ise, bu, bir “paradoks”tur. Türkiye’de çok sayıda ziraat, şehircilik ve mimarlık fakülteleri var, neden geleceğin yok edilmesine karşı durmuyorlar? Yoksa onlara danışılmıyor mu?

Üniversite yurtlarını geçince, sola dönen caddeye yöneliyorum; daha caddenin başında keskin bir taze gübre kokusu genzimi yakıyor. Cadde boyunca yolun sağında solunda iki katlı çatısı olmayan, damlarında güneş enerjisi ile sıcak su üreten aygıtlar olan evler var. (Siirt’te kamu binalarının dışında kiremit ya da saç çatısı olan bina yok, tüm binalarda güneş enerjisi ile su üreten sistemler var. Bazı binaların damında onlarca sayıda olabiliyor.)

Bu evlerin alt katlarında veya bahçelerindeki özel damlarda koyun sürüsü ve inekler beslendiğini biliyorum. (sokaklarında hiç köpek görmedim, çok ilginç!). Hemen her evin bahçesinin bir köşesinde, ya da kapı önündeki bir boşlukta derme çatma yapılmış silindirik küçük bir yapı gözüme ilişiyor. Yakınına gidip bakıyorum: ekmek ve bazı yemekleri pişirmek için özel olarak yapılmış bir ocak; tandır.

Yol boyunca bazı noktalarda yeni yürümeye başlayandan 8–9 yaşına kadar ve çoğunluğu erkek olan çocuk kümleri bağrış çağrış içinde çeşitli oyunlar oynuyorlardı. İlkokul çağındaki bir grup çocuk da misket (bilye) oyunu oynuyordu; aynen 40 yıl önce Ankara’nın gecekondu bölgelerinde aynı yaş grubundaki çocukların oynandığı biçimde ve aynı heyecanla/gerilimle oynuyorlardı, hayretler içinde bir müddet onları izledim. Konuşmalarından tek bir kelime bile anlamadığım halde çocukluğumu hatırladığım için biraz da duygulandım.

Yürüdüğüm caddenin Kurtalan Caddesi’ne açılacağı noktaya yakın bir yerde iki katlı villa tipindeki bir evin bahçesinin taş duvarı dikkatimi çekiyor; bir sanat eseri gibi. Cep telefonumun kamerasıyla fotoğrafını çekiyorum.

Aslında, ne Aydınlar Caddesi’nin üst tarafında kalan eski yerleşkede, ne ovaya doğru genişleyen yeni Siirt’te ve ne de Tillo’da taştan ya da mermerden yapılmış görkemli bir konak veya mabet, tiyatro, hamam, kütüphane, han, vb kamu binası yapısı göremedim. Çok eski bir tarihi olan Ulu Cami’nin bile, minaresi dışında, iç ve dış yapısında, süslemesinde estetik bir görünüm yoktur.

Kuşkusuz, eski dönemlere ait bir sanat eseri onu yaratan toplumu düz bir yazıdaki ayrıntılı betimlemelerden çok daha iyi tanımlar/anlatır, yani o toplumun karakter özellikleri hakkında doğruya yakın çok değerli bilgiler verir. Aslında, sadece Siirt’te değil, tüm Mezopotamya’da Mısır-Grek-Roma anıtsal yapıları gibi hiçbir yapıya rastlanmaz. Bunun nedeni ne olabilir? Mezopotamya’da taş, mermer ve granit yok mu? Siirt çok eski bir kent ve “Siirt Taşı” olarak bilinen bir mermer türüne sahip.

Siirt Taşı’nı sözünü ettiğim kenar mahallenin ortasından geçen, üzerinde yürüdüğüm caddenin bazı yerlerine -özensiz olarak- döşenmiş kaldırım taşları olarak gördüm. Oysa ne kadar güzel bir taş. Neden bir evin merdivenlerinde, banyo ve mutfak zemininde, bir kamu binasının duvar süslemelerinde, bir cafenin zemin karoları, bir kasabın tezgâh üstü olarak görülmez?
Dr. Sadık TOP
Özel Siirt Hayat Hastanesi
Biyokimya Uzmanı

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.