Bu haber kez okundu.

Dr.Sadık Top'un Kaleminden, Lalenin Anavatanı: Muş
banner229

Yine tarlalarda ekinler büyümeğe, otlaklarda otlar günden güne boylanmaya başladı; bir kışı daha geride bıraktık. Yakında kırlarda, dağlarda binbir çeşit çiçek açacak, her taraf cennet gibi olacak. Nisan ayının sonlarına doğru da çiçekçilerde veya caddelerdeki seyyar satıcıların kovalarında “lale” çiçeğini göreceğiz. 

İster bir Mayıs bahçesinde, ister bir çiçekçide, isterse bir fotografta olsun, nerede bir lale görsem Muş’u hatırlarım. Çünkü, Mayıs ayının sonlarına doğru Bingöl’ün Solhan ilçesinden Bitlis’in Tatvan ilçesine kadar Muş ovası kırmızı, sarı, pembe, vb çeşitli renklerdeki lalelerle donanır; sanki verimi yüksek bir ovada başaklarını seçmiş buğday tarlası gibidir. Lale, Muş’un doğal bitkisidir; kendiliğinden yetişir. Mayıs-Haziran aylarında baştan başa lalelerle kaplanan Muş Ovasına duyduğum özlem çoskun bir devinimle beni bu yazıyı yazmaya zorladı.
Tam tamına 28 yıl önce Muştay’dım. 1982 yılının Aralık ayında Muş’a tayinim çıktı. Van Gölü Expresi ikindi sularında Muş Ovası’na girdiğinde trenin koridorunda ayakta durmuş pencereden dışarıyı seyrediyordum.

Doğanın manzarası birden değişmişti; artık ne iki yanında söğüt, kavak ağaçları dikilmiş dereler, ne tekerlek izleriyle oyulmuş toprak köy yolları, ne ekini çoktan biçilmiş çıplak tarlalar; ne de tren yolları boyunca yer yer biten çalı kümeleri ve daha uzaklardaki korular, hiçbir şey görülmüyordu. Her yer beyaz bir örtü ile örtülmüş, sanki her şey bu örtünün altında uyuyordu. Trenin çıkarttığı korkunç gürültü bile doganın bu sesizliğini bozmuyor, hiçbir yerde herhangi bir yaşam belirtisi görünmüyordu. Bu manzara karşısında ürpermiştim. 
Muşluların ifadesine göre, o yıl ovadaki kar kalınlığı 5 metre idi. Ovadaki kar şehir merkezinde de vardı; kentin tek caddesi olan Atatürk caddesinin sağında solunda bitişik nizam sırlanmış çoğu tek katlı, bazıları da iki ya da üç katlı ve biriketten derme çatma yapılmış dükkanların tek tük kiremit veya saç çatıları sayılmazsa hemen tümünün çatısı yoktu, düz damları vardı. Damlardan kürenip caddeye atılan karların kalınlığı bir iki metre vardı; o zamanın trafiğinin en kalabalık kısmını oluşturan at arabaları ve ilçelere işleyen dolmuşlar, dükkanın önünde duran birine göre, sanki havada gidiyorlarmış gibi gelirdi.

Damların saçaklarından sızan suların oluşturduğu kalın gri buz sarkıtları saçaklardan dükkanların önündeki kaldırıma kadar uzanıyor, sanki özellikle dikilmiş mermer sütünları andıryorlardı. Hergün caddede, ara sokaklarda yürürken düşen, kolunu bacağını kıran insanlar az değildi, ancak böyle kazalara kimse aldırmıyor, adeta günlük yaşamın bir parçası gibi görülüyordu. 

Muş’ta bazı geceler isi -40 dereceye kadar düşerdi, böyle gecelerde Sibirya ile Muş’un ısı farkı -10 dereceye kadar azalırdı. Ancak, kışı ölüm kadar ürpertici olan Muş’un, Mayıs geldiğinde çehresi değişmişti; insana yaşama sevinci veren olağanüstü bir doğa parçasına dönüşmüştü. Muş’un her yanını saran o beyaz ölüm soğukluğunun yerini baskın renk yeşil olmak üzere baharın tüm renkleri almıştı. Bunlar benim için süpriz değildi, doğadaki bu tür değişimlere Türkiye’nin birçok yerinde rastlababilirdi. Benim için süpriz olan, onlarca kilometre uzunluğundaki Muş ovasının doğal bir lale bahçesine, daha doğrusu bir lale ovasına dönüşmüş olmasıydı. 

Oysa, Ankara’nın Etimesgut ve Sincan ilçelerinde, ilçe olmadan önce; henüz birer köy iken, çok sayıda bahçede –bir hobi olarak- lale yetiştirillirdi, bu, zamanla bir yarış haline geldi ve her yıl Mayıs’ın ilk haftasında yapılan “Sincan Lale Festivalleri“ düzenlenmeye başlandı.

Sabah erkenden Etimesgut Mehmetçik Ortaokulu’na ve daha sonraki yıllarda da Sincan Lisesi’ne giderken yolumuzu değiştirip, özellikle o bahçelerin duvarlarına, çitlerine sürtünerek ve lale tarhlarını hayran hayran seyrederek yürürdük. Diyeceğim o ki, Muş’tan önce de çok sayıda ve çok renkte laleler görmüştüm ama daha önceleri böylesine görkemli, olağanüstü ve taptaze, anlamla dolu bir lale bahçesi görmemiştim. Muş lalesi, İstanbul’da Boğaziçin’ndeki bazı yalıların bahçelerinde veya bir zamanlar Ankara’nın Etimesgut ve Sincan köylerinde (şimdi ikisi de devasa büyüklükte ilçe) özenle yetiştirilen lalelerden hem "boy" hem de "baş" olarak birkaç kat daha büyüktür. 
Hemen her gün ovaya gidip boyumca yükselmiş lalelerin içinde yürüyordum, şaşrımış ve şaşkın bakışlarla ufuk çizgisine kadar kızıl bir renge bürünmüş ovayı seyrediyordum. Ovanın her tarafında, yani lalelerin içinde, büyüklü küçüklü sürüler halinde hayvanlar yayılıyordu. Muş’ta en çok büyük baş hayvan besiciliği yapılırdı, bu nedenle ovadaki hayvanların en çoğu sığır sürülerinden oluşuyordu.

Yine de, uzaktan bakıldığında lalelerin hayvanlar tarafından sanki hiç yenilmemiş, ezilmemiş gibi bir görünümü vardı; o kadar çoktu ki, tükenmek bilmiyordu. Muşlular laleye herhangi bir ot gibi bakıyorlardı, yani hayvanlarının karınlarını doyuracak bir ot 
Mayıs - Haziran ayları Muş'ta ot biçme zamanıdır. Atatürk caddesi boyunca beşerli onarlı gruplar halinde elleri tırpanlı yüzlerce genç erkek toplanır, bekleşirlerdi. Derken önlerinde duran bir kamyona, kamyonete–kısa süren bir pazarlıktan sonra, yömiyede anlaştıktan sonra- binerler, ot biçmek için ovaya, dağlara götürülürlerdi. Ovada diğer otlar gibi laleler de tırpanlanır, üstüste yığılır, daha sonra kamyon, traktör, at arabası gibi araçlarla besicilerin köylerine ya da mezralarına götürülürdü. 
Muş’ta 10 ay kaldım, bu sürede sık sık Malazgirt, Bulanık, Varto ilçelerine ve bu ilçelerin köylerine görevli olarak gittim. Ayrıca fırsat düştükçe Muş ovasındaki köylere de gezmek/görmek amacıyla gittim.
Muş, seni ve “lale”ni çok sevmiştim. Seni 30 yıl sonra bile dün gibi hatırlayabiliyorum: bir yüzünle yoksul, kaba, düzensiz ve ilkelliğinin içinde umarsızdın. Öteki yüzünle doğanın en narin, en güzel, en soylu çiçeği olan “lale”ni Solhan'ın çıkışından Tatvan'a kadar insanın ayaklarına serecek kadar engin... Benim için, görkemli dağlarınla, coşkun nehirlerinle, lale ve zambaklarla örtülmüş platolarınla gizemli bir sevgili gibiydin. Ve ben "Lale"ye aşıktım....
Dilerim ki, bir gün “Muş Ovası”nın adı “lale ovası” olur ve "lale" denildigi zaman Muş, Muş’tan söz edildigi zaman da "lale" akla gelir. 
Not: 15 Mayıs-15 Haziran arasında Batı’ya gidecek Siirtlilerin yollarını Muş’tan geçirmelerini öneriyorum. 
Dr. Sadık Top
Özel Siirt Hayat Hastanesi 

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.