Bu haber kez okundu.

İl Milli Eğitim Müdürü Deniz Edip'in Kaleminden Sözün Değeri ya da Bağlamın Gücü
banner229

Bağlam, dilin ve anlamın etrafında kendi değerini açık eder. Doğrudan ya da dolaylı herhangi bir bütünlük içinde aranabilir. Çünkü bağlamın kendi içindeki bütünselliğine karşın dağınıklıkta herhangi bir bütünsellikten söz edilemez.

Bu durumda dağınıklığın düzensizliği, bağlamın ise düzenliliği imlediği görülür. Zaten düzenli olan şeyde doğal bir uyum hemen göze çarpar. Bu düzenli olan şeyin tek nesneden oluştuğu anlamına gelmez. Aksine birçok farklı bileşenin bir uyum içinde görünmesi, düzene karşı hayretimizi çoğaltan şeydir.

Bağlam da özü itibariyle düzen ve uyuma gönderme yapar. Örneğin bir söz, bağlam itibariyle değerliyse bu onun çok yönlü düşünülerek söylenmiş olduğunu gösterir. Başka deyişle bir sözü, muhtemel değişkenlerin hesaba katılarak söylenmesi değerli kılar. Bu bakımdan dağınıklıkta herhangi bir tutarlılık söz konusu edilemezken bağlam, tutarlılık esasına göre yol alabilir. Öyle ya da böyle insan, bir maruz kalan varlık olarak hayat içinde kimi zaman zor vakitler geçirir.

Duygu ve düşünceleri farklı yönlere savrulur. Kendi gerçekliğinin ağırlığı karşısında başka hayatlara duyarsızlaşabilir. Böylece bilinçli ya da bilinçsiz, kendisi dışında olan hayatı ve değişkenleri hesaba katmayan bir ufka yönelebilir. Bu doğrultuda insan zihnini dağınıklığa meyilli kılan esas unsurun bizzat yaşamın kendisi olduğunu görmek zor değildir. Zaten yaşam, zamanla insanın ilgi ve duyarlılığını farklılaştırır. Yeni ufuklara açılma da böylece mümkün hâle gelir.

Burada bağlamsız konuşma ve düşünme edimine özel bir dikkatin çekilmesi gerektiğini söyleyebiliriz. Çünkü bağlamsız konuşma ve düşünme edimi, esasında sadece kötü bir eylem olarak kalmaz, düşüncenin savruk hâle gelmesine de yol açar. Bağlamsızlık bir karadelik gibi bütünlüklü olan her şeyi kendi karanlığına çekip yok eder. Bu manada insanın hakikat arayışındaki en büyük engeline döner. O, insanın kendini inşası için önündeki muhtemel bütünlüklere izin vermediğinden tâ başından yıkıcıdır. Bir bakıma hayatı çürütmeye meyillidir.

İnsan bir tehlike karşısındayken ya da taraflı bir tutum sergilerken çoğu zaman söylemlerini tutarlı bir bütüne yaslama gereğini, her zamankinden daha fazla duyar. Çünkü “insanlar diğerlerinin şaşırabileceğini, hemfikir olmayacaklarını, kınayacaklarını ya da saldıracaklarını bildiklerinde veya düşündüklerinde eylemlerini gerekçelendirme gereği duyarlar” (van Dijk, 2019: 380).

Bu aşamadan sonra insanların kendilerine ait alanı korumak adına ürettikleri söylem, görünüş itibariyle geçerli fakat inandırıcılık vasfı itibariyle zayıftır. Bu tür bir meşrulaştırmanın hakikat kaygısıyla yapılmadığı ortadadır. Hâliyle hakikatlilik kaygısıyla üretilmemiş dilin bağlam konusunda tutarlı bir bütün ortaya koyması zordur.

Esasında ben’in muhayyileye oynadığı oyunlar konusunda geleneğin tecrübeli olduğunu görmek zor değildir. Niyâzî-i Mısrî’nin “Ben sanırdım âlem içre bana hiç yâr kalmadı / Ben beni terk eyledim bildim ki ağyâr kalmadı” mısraları ben’in dışarıda veya başkasında vehmettiği düşmanlığın izafi bir mahiyet taşıdığını beyan eder. İnsanın kendini merkezde görmesinin dolaylı bir yansıması, insanın başkalarına güven duymaması veya diğerlerini muhtemel bir tehdit olarak görmesidir.

Oysa hakikatin çoğulcu karakteri, hiçbir aklın veya muhakemenin mutlak düzeyde hakikatin temsili olarak ortaya çıkmasına izin vermez. Başka deyişle her düşüncenin muhtemel doğruluk payına işaret eder. Bu yaklaşım en azından insanın kendini merkezde görmesinin haklı ve tutarlı bir yanının bulunmadığını gösterir. Bu yaklaşım doğal seyrinde hayatta olup bitenlerin fark kavramı çerçevesinde anlaşılması gerektiğini ima eder. Zaten fark, kendisinin fark edilmesi hâlinde ilahi zuhurun çeşitliğini duyurma imkânına erişir.

Bağlamda sebat etmenin düzenle, tutarlılıkla, bağlamda sebat edememenin ise düzensizlik ve tutarsızlıkla bir ilgisi var. Bu manada herhangi bir konudan kolayca başka konulara atlamak, bir şeyi kolayca başka şeye benzetmek gibi muhayyile oyunları esasında bağlamda sebat edemeyen zihnin karmaşık yapısına gönderme yapar.

Çünkü yapıcılık, hâliyle tuğlaların üstü üste gelmesini gerekli kılar. Yıkıcılıkta ise bilinçli ya da bilinçsiz tuğlaların dağınık şekilde konulduğu görülür. Taraflı ve kasıtlı düşünen birinin bağlamsızlığı bilinçlidir ve bizzat hakikati tahrif etmeye meyillidir. Bilinçli davranan kişinin yıkıcılığı, bilinçli bir bağlamsızlıkla gerçekleşir.

Bunun yanında bilinçsizce gerçekleşmiş bağlamsızlık içeren konuşmalar da elbette vardır. Bunların büyük oranda bakış açısı problemine dayandığı söylenebilir. Bu bakış açısı, başkasına ve başka düşüncelere güvenmede cömert davranmazken başkasını ve başka düşünceleri tanımlamada oldukça cömert davranır.

Çünkü güvensizlik tanımlamaya yol açar. Başka ifadeyle düşünce yoğunluğu içermeyen konuşmalarda ağırlıklı olarak tanımlama ve yargılama vardır, denebilir. Hâliyle bu tür bir dil, hakkında konuştuğunu anlamaya meyilli olmaz. Oysa sözün ya da bir eserin değerini anlamak ona bir bütünün içinden bakmayı gerekli kılar: “Bir yazın yapıtının doğru -yani amaca ulaştıran değerlendirilmesi- üç ana aşamadan geçer. İlk ve onsuz edilemeyecek adım, yapıtı anlamaktır...

Değerlendirme etkinliğinin ikinci aşaması, bir yapıtı kendi alanında bir yere oturtmaktır... Başarılı bir yapıtı değerli bir yapıttan ayırabilmek için, değerlendirmede üçüncü bir adım atmak gereklidir. Bu, bir yapıtın önemini: böyle bir yapıtın yaratılmasının insan için, dünyamız için anlamının ne olduğunu göstermek; bu olanakların etik değerler bakımından anlamının ne olduğunu göstermektir” 

Siirt İl Milli Eğitim Müdürü

Deniz Edip

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.