Bu haber kez okundu.

Dr. Sadık Top'tan Tarihsel Süreçte Kadının Ailede, Toplumda ve Devlette  Statüsü (Konumu)
banner229

Türkiye’de, yazılı ve görsel medyada her yıl yüzlerce kadının öldürüldüğünü/yaralandığını, evde, okulda, iş yerinde çok sayıda kadının tacize uğradığını okuyoruz/dinliyoruz ve kadına yönelik bazı şiddet görüntülerini de TV’lerde izliyoruz.

Kadın hakları platformlarının verdiği bilgiye göre, Türkiye'de her gün neredeyse bir kadın öldürülüyor.  “Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu” nun yayınladığı istatistiklere göre her yıl  cinayete kurban giden

2020 yılı

Öldürülen kadın sayısı

Ocak

27

Şubat

22

Mart

29

Nisan

20

Mayıs

21

Haziran

20

 Cinayet nedenlerine bakıldığında, cinayetlerin büyük bir çoğunluğunun terk edilen erkekler(eşi, sevgilisi ya da partneri)  tarafından işlendiği görülüyor. Örneğin, 2019 Eylül ayında Türkiye’de öldürülen 53 kadının 15’i evli oldukları erkek, 6’sı tanıdık/akraba, 5’i birlikte olduğu erkek, 3’ü oğlu, 2’si ağabeyi, 2’si eskiden evli olduğu erkek, 1’i evli olduğu erkek ve ailesi, 1’i evli olduğu erkek ve kardeşi, 1’i de tanımadığı biri tarafından öldürüldü. 17 kadının ise kim tarafından öldürüldüğü tespit edilemedi.

https://dokuz8haber.net/toplumsalcinsiyet/eylul-ayinda-53-kadin-erkekler-tarafindan-olduruldu/

 2018 yılının Haziran ayında 39 kadın öldürüldü ve cinsel şiddet devam etti. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu'nun verilerine göre kadınlardan 11’i evli olduğu erkek tarafından, 5’i akrabası, 3’ü imam nikahlı olduğu erkek, 2’si boşandığı erkek, 2’si erkek arkadaşı, 1’i oğlu ve 1’i babası tarafından öldürüldü. 18 kadının neden öldürüldüğü tespit edilemedi, 14’ünün de faili saptanamadı. Öldürülen kadınların 9’u 36-65 yaş aralığındayken, 6’sı 26-35 yaş arasında, 6’sı 19-25 yaş arasında idi. https://www.ntv.com.tr/kadina-siddet/haziran-ayinda-39-kadin-olduruldu,cCnlsxWEDUqqrLxOLKZ3Cw

Hacettepe Üniversitesi'nin Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı'nın desteğiyle yaptığı bir araştırmaya göre (Türkiye)

Şiddetin türü

Her 100 kadından şiddete uğrayanların sayısı

Şiddeti yapan erkek

Fiziksel şiddet

36

Eş veya partner

Cinsel şiddet

12

Eş veya partner

Duygusal şiddet

44

   Bazı gazete haberlerinde, şiddet korkusuyla mahkemelere suç duyurusunda bulunan ve   koruma kararı verilen kadın sayısının 2012-2018 yıllarında 500 000 (beş yüz bin)’ni geçtiği kaydedilmiştir. Şiddet gördüğü gerekçesiyle mahkemelerce koruma kararı verilen kadın sayısı son 8 senede % 171 artmış; 2012 yılı içinde 31 bin 38 kadınla ilgili koruma kararı çıkarken, 2018’e gelindiğinde bir yıl içinde koruma kararı alan kadın sayısı 83 bin 987 çıkmıştır. Söz konusu yıllar arasında Cumhuriyet Başsavcılığı’nda şüpheli sıfatıyla işlem gören kişi sayısı 21 bin 601 olarak kayıtlara geçmiştir. Şiddet artarken koruma talebi reddedilen kadın sayısı da artmıştır; 2012’de 6 bin 246 kadının koruma talebi reddedilirken 2018’de bu sayı yüzde 74’lük artışla 10 bin 889’a yükselmiştir.

    Avrupa’da kadınlara karşı şiddeti önlemeye yönelik kuruluş olan Avrupa’da Güvenlik ve İşbirliği Örgütü’nün (OSZE) Combating violence aganist women (Kadınlara karşı şiddetle mücadele) raporuna göre, tüm dünyada 2012’de 43 bin 600 kadın ve genç kız, eşleri, eski sevgilileri, aile bireyleri tarafından öldürülmüştür. Aslında bu rakam tüm dünyada kadına karşı bir şiddetin/ bir savaşın sonuçlarını gösteriyor. Yine de 100 bin nüfus başına Avrupa’da öldürülen kadın sayısı 0.4 oranıyla görece düşüktür. Bu oran, mesela Honduras’ta 15; Rusya, El Salvador ve Güney Afrika’da 6’dır. Türkiye’de ise her 100 bin kadından 1’i cinayete kurban gidiyor. Rakamlar ne kadar sağlıklı bilinmiyor; örneğin, Türkiye’de 2019 yılındaki 474 kadın cinayeti istatistiği sadece olay sırasında ölen kadınları mı kapsıyor, yoksa olaydan birkaç gün sonra ölen kadınları da kapsıyor mu ?

   Cinsiyet Eşitliği İzleme Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Serpil Sancar, kadın cinayetlerinin aniden değil, bir şiddet sürecinin sonunda yaşandığını söyleyerek, olay başlamış ve devam ediyor aslında, 'pat' diye, aniden ortaya çıkmış bir olay değil çoğu zaman bir şiddet sürecinin sonunda kadın katlediliyor.  Katil erkekler daha önce tehdit ediyor, ev basıyor, kadının ailesini taciz ediyor, kadını iş yerinde taciz ediyor. Dolayısıyla, suçun işleneceğine dair önceden çok sayıda kanıt var demiştir.

  Prof. Dr. Serpil Sancar, Türkiye'de son dönemde görülen kadın cinayeti suçlarının "töre, gelenek, namus" gibi gerekçelerle kırsalda değil, kentlerde işlendiğine dikkat çekmiş ve kadına yönelik şiddetin modern hayatın yeni bir boyutu olduğunu ileri sürmüştür.  

http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/1552818/Kadin_cinayetleri_neden_onlenemiyor_.html

   Gerçekten, kadına uygulanan şiddet (öldürme, sakat bırakma, ağır yaralama, tecavüz, taciz ve tüm   kötülükler) modern yaşamın bir boyutu, bir yansıması mıdır ? Yüzlerce , binlerce yıl öncesinde ailede, toplumda ve devlette kadının konumu(statüsü) nasıldı, kadına nasıl davranılıyordu ?

  Tarihe baktığımızda; uygar ve barbar toplumlar hakkında yazılan destanlarda ve tarih kitaplarında kadınların erkek şiddetine uğradıkları, hele savaş –talan akınlarında yenilen halkların buğday, arpa, vb besin kaynakları, altın, gümüş, bronz, vb değerli eşyaları ve hayvan sürüleriyle birlikte kadınlarının daganimet” olarak alındığı ve savaşçılar arasında pay edildiği kaydedildiği görülür. Örneğin, yerleşik toplumlar olan, tarım, ticaret ve hayvan besiciliği ile uğraşan; estetik, konfor, yiğitlik ve güzelliğe çok önem verilen;  güreş, boks, at yarışları gibi aktivitelerin yapıldığı, Dionysos şenlikleri gibi yılın belli günlerinde bütün İon toplumlarının katıldığı festivaller, şölenler düzenlenen, kısacası günümüzün Batı Uygarlığı’nın temellerini oluşturan Eski Yunan (Grek) toplumlarından Akhalar ile Troyalılar arasında evli bir kadının kaçırılması yüzünden (Namus Belası !) çıkan savaşı konu edinen Homeros’un  ‘İyada Destanı’ nında (İ.Ö.9 yy), talan savaşlarında çok sayıda kadının köleleştirildiği ve bu kadınların en genç ve güzellerinin savaşta çok sayıda düşman askeri öldürenlere altın, gümüş, bronz, vb diğer değerli eşyalar ile birlikte ‘onur payı’ olarak verildiği kaydedilmiştir. İlyada Destanı’ndan birkaç örnek vermek gerekirse:

 “Ayağı tez Akhilleus içini çeke çeke dedi ki: ‘Biliyorsun ya, ne diye baştan anlatayım bildiğin şeyi: Gittik Thebai’a, Eetion’un kutsal iline, yağma ettik, ne varsa aldık getirdik buraya. Akhaoğulları (kadınlar da dahil) hepsini aralarında bölüştüler, ayırdılar Atreusoğlu’na güzel yanaklı Khryseis’i.  (Homeros: İlyada. s:14,15. Eski Yunanca Aslından Çevirenler: Azra Erhat-A. Kadir. Türkiye İş Bankası Yayınları)   )

 Akhalar,  savaşta gösterdiği yararlılıktan, yani çok insan öldürüp, çok ganimet (altın, gümüş, kadın/kız, çocuk, hayvan sürüsü) almasından dolayı, kardeşleri ve kocası Akhilleus adındaki savaşçı tarafında öldürülen Briseis adındaki kadını ailesinin katili Akhilleus’a onur payı olarak verirler. Ancak,  Akha kralı Agamemnon çok genç ve güzel olan bu kadını Akhilleus’tan geri alır, kendisine karı yapar.

   “ Agamemnon’un Akhilleus’a inadı inattı. Hamarat iki adamına dedi ki : “Gidin barakasına Peleusoğlu  Akhilleus’un güzel yanaklı Briseis’i elinden tutun getirin, vermezse alırım kendim gider, karışmam çok kötü olur sonu.”  (İlyada, s: 13)  Akhilleus , habercileri görünce, “selam haberciler…. Beri gelin , sizin bir şeyiniz yok, suçlu Agamemnon asıl,  Briseis kızı alasınız diye o gönderdi sizi…..haydi tanrısal Patroklos, getir ve götürsünler. Böyle dedi o, dinledi sevgili arkadaşını Patroklos, çıkardı güzel yanaklı Briseis’i  barakadan, götürsünler diye verdi onlara. Haberciler Akhaların gemileri boyunca gittiler. Kadın (Briseis) da gitti arkalarından istemeye istemeye. (Agy: s: 14)

Homeros’un İlyada Destanı’na göre, Troya kralı Priyamos’un oğlu Paris; Miken kralı Agamemnon’un kardeşi Menelaos’un karısı Yunanistanlı Helena’yı Troya’ya kaçırmış kendisine karı yapmıştı. İşte buna misilleme olarak Baş Kral Agamemnon, Troya’ya namus temizleme savaş açtı. Agamemnon, Troya’dan talanıyla getireceği altınlar, köle kadınlar gibi ganimetlerin coşkusuyla, bütün kent krallıklarının bağışladığı gemiler ile binlerce genç erkeği Troya Limanı’na (Çanakkale-Asos) getirmiş  ve Troya halkıyla savaşmıştı. On yıl süren savaşta Troya yıkılıp yağmalanmış, erkekleri katledilmiş, kadınları ganimet olarak  Akha savaşçıları arasında paylaşılmıştı.

“…Ve on yıl süren Troya savaşından sonra Agamemnon; gemiler dolusu hazineler, köle olacak güzel kadınlar ve karısı Klütaymestra’ya kuma olacak Troya kralı Priyamos’un güzel ve soylu kızı Kasandra’yla; anlı şanlı bir dünya fatihi olarak döndü ülkesine….

https://www.evrensel.net/yazi/75934/agamemnon-kizini-kurban-etti

İyada Destanı’ nın  farklı dillerdeki baskılarından karşılaştırmalar yaparak ve orijinalinden Türkçe’ye çeviren Azra Erhat’ a göre, talan ettikleri toplumların kadınlarına, çocuklarına kötülükler yağdıran, esir ettikleri kadınları paylaşıp onlara bir eşya gibi davranan bu insanlar kendi çocuklarına ve eşlerine çok iyi davranırlar, eşlerine çok değer verirler. 

   “Homeras dünyasında  kadınların hayatı da uzun uzun anlatılır. Her yiğidin kız olarak aldığı bir karsı vardır. Evinin hanımı  diye sever ve sayar onu. Ayrıca Priamos gibi ya da Troya önündeki Akha yiğitleri gibi kral ve önderlerin birçok da tutsakları olur. Yağma ettikleri  kentlerden aldıkları bu kadınlar güzel, soylu ve hamaratsalar, yiğitler onları asıl karıları gibi sever ve sayarlar.”

  Oysa, erkek Tanrı (Zeus) bile karısı Tanrıça Here’yi tehdit ediyor, duygusal şiddet uyguluyor:

“Bulutları devşiren (Tanrı) Zeus karşılık verdi, dedi ki: “kur bakalım alık kadın, gizli kalmasın senden hiçbir şeyim, tek kazancın benden uzaklaşmak olacak sonunda. Sen otur yerine, buyruğuma boyun eğ ! Üzerine yürür, indirirsem korkunç ellerimi, Olympos’taki tanrıların hiçbiri yaramaz  işine.”  (İlyada, s: 21)

   İlyada Destanı’nda anlatılan kadınların, esir edilmesi(köleleştirilmesi), maddi varlıklarının yağmalanması(talan:ganimet) olgularının aynısının, bu destandan binlerce yıl sonra yazılan ve Asya bozkırlarında göçebe yaşam sürdüren ve Greklerin-Romalıların  “barbar” olarak niteledikleri Göktürk-Oğuz -Moğol destanlarında da kaydedilmiştir.

 “Onyedi yaşımda Tanguta doğru ordu sevk ettim. Tangut milletini bozdum. Oğlunu, karısını, at sürüsünü, servetini orda aldım.(Prof. Dr. Muharrem Ergin: Orhun Abideleri, s: 43, Boğaziçi Yayınları. /…/ Oğlunu, karısını, at sürüsünü, servetini ... budununu .. karısını yok kıldım”, (M. Ergin: Agy, s: 53)

   “(Vezir) Tonyukuk, örgütlendirilen Onok ordusu ve Göktürk ordusunu alarak Seyhun nehrini geçer. Tonyukuk, Soğd ülkesinde (İran) Demirkapı’ya kadar ilerler. Fetih yerine yağma amacı güdülür. Tonyukuk, bol ganimetle döner. Yazıtında , “Sarı altın, beyaz gü­müş, kız, kadın, eğri deve, mal zahmetsizce getirdim,” der.

  Uygur kağanı Moyunçur Şine Usu yazıtında,”Savaş ettim, mızrakladım. At sürüsünü, mallarını, kızını, karısını getirdimder. (Doğan Avcıoğlu: Türklerin Tarihi, s: 261. Tekin Yayınevi) 

Avrupa Hunlarında Roma elçilik kurluna kadın ikram edilmiş:

“Ertesi gün Hunlar  kampı toplayarak kuzeye doğru hareket ettiler. /…/  Çünkü Attila belli bir kasabayı ziyaret etmek , orada yaşayan  ve haklarında hiçbir şey bilmediğimiz Eskamlardan birinin kızıyla evlenmek niyetindeydi.  Bu yüzden Romalılar büyük bir ovadan ve arkasından da teknelerin geçebileceği büyüklük teki bugün tanımlayamadığımız nehirlerden geçtiler.  Yolculukları sırasında birçok kasabaya uğramışlar, bir gece neredeyse her şeylerini kaybetmelerine neden olacak olan bir gölü geçmişler, bir kadın tarafından yönetilen -Bleda'nın karılarından bir  tanesi- diğer bir şehirde çok iyi ağırlanmışlardı; kendilerine yalnızca yiyecek değil güzel kadınlar da ikram edilmişti ancak  bu sonuncu teklifi reddetmişlerdi. Kadının bu misafirperverliği karşısında, Romalılar da ona üç gümüş kupa, kürkler, Hindistan'dan getirilmiş bir miktar karabiber, palmiye meyveleri ve Hunların değer verdiği diğer bir takım yiyecekler sunmuşlardı .” (Romalı tarihçi Priscus’tan aktaran: Edward Arthur  Thompson: Hunlar, s: 142. Çeviren: M. Sibel Dinçel. Phoenix yayınları)

Oğuzların Müslüman olmasından sonra da kadına bakış açısı değişmemiştir. Oğuz Türklerinin ünlü Dede Korkut Destanı’nda,

 “ Kazan Beyin penceresi altın otağlarını biz yıkmışız, tavla tavla koç atlarına biz binmişiz. Katar katar kızıl devesini biz yedekte çekmişiz, ihtiyarcık anasını biz getirmişiz, ağır hazine bol akçasını biz yağmalamışız, kaza benzer kızı gelini biz esir etmişiz, kırk yiğidi ile Kazanın oğlunu biz getirmişiz, kırk ince belli kız ile Kazanın helallisini biz getirmişiz.(:Muharrem Ergin: Dede Korkut Kitabı: s: 31)

Zaten, Şamanist Oğuzların İslam dinine girdikleri dönemde Şam, Bağdat gibi şehirlerde esir pazarları çok meşhurdu. Emevi-Abbasi İslam devletleri Orta Asya yerleşimlerinden esir ettiklerini köle pazarlarında satıyorlardı. Onuncu yüzyıl Arap coğrafyacısı İbn Havkal, Türk  kölelerin fiyatlarının müthiş yüksek olduğunu söyler:

 “ En değerli köleler, Türklerin arazisinden gelenlerdir. Dünyadaki bütün köleler içinde Türklerin eşi yoktur. Değer ve güzellikte ötekilerin hiçbiri onlara erişemez. Horasan'da bir köle çocuğun 3 bin dinara satıldığını sık sık gördüm. Türk köle kızları, 3 bin dinara kadar ulaşır. Dünyanın hiçbir yerinde ister hür, isterse köle statüsünde doğmuş biri olsun, bu kadar pahalı köle ve kız görmedim” ( D. Avcıoğlu, Türklerin Tarihi; s: 1176. Tekin Yayınevi).

“....Karışıklıklar bahanesiyle  tekrar Baykent’e geri gelen Kuteybe Türkler’e karşı çok insafsız davrandı.  Eli silah tutan  ne kadar insan varsa , diyebiliriz ki  hepsi öldürüldü.  Kadınlar ve çocuklar esir (köle) alındı. ... Araplar bütün Horasan’ı fethettikleri zaman bile  ellerine  sadece bu tek şehirden  aldıkları kadar  ganimet geçmemiştir”. (Zeki Kitapçı’dan aktaran Erdoğan Aydın , Nasıl Müslüman Olduk, s: 72).

   Çin’den Tuna Nehrine kadar olan bütün Asya ve Avrupa toplumlarına egemen bir imparatorluk kuran Cengiz (Temuçin) bile, başlangıçta bozkır yönetici ailelerin(bozkır aristokrasisi) şefleri (boy beyleri) tarafından “Han” seçilmiştir. Kendisine bağlılığını bildirenler, barış zamanında da itaat edeceklerini ve talan ettikleri kadınları kendisine verecekleri sözünü verimlerdir:

“Altan, Huçar ve Saçabeki bütün cemaatle danıştıktan sonra Cengiz’e ilan ettiler: ‘Biz seni hükümdar (han) ilan etmek istiyoruz. Sen hükümdar olduktan sonra hesapsız düşmanlarla muharebe ederken biz ön safta bulunuruz, eğer güzel kızlar, kadınlar ve iyi atlar elde edersek onları sana veririz. Sürek avlarında herkesten önce biz gideriz ve avladığımız avları sana veririz. Savaş günlerinde  emirlerine aykırı hareket eder, sulh (barış) günlerinde işlerine zarar verirsek o zaman kadınlarımızı  ve mülkümüzü elimizden al, bizi de ıssız çöllere at.”( Prof. Dr. Boris Yakovleviç Vladimirtsov:  Moğolların İçtimai Teşkilatı, s:124. Türkçesi: Abdulkadir İnan. Türk tarih Kurumu Yayınlar).  ,s: 124).

Bu savaşçı şeflerden bazıları Cengiz ile pazarlık yapmıştır. Örneğin, Horçi, Cengiz Han tarafına geçerken ona şöyle diyor:

“ Eğer sen memleketin efendisi olursan, beni ne ile memnun edeceksin?... Sen bana tümen komutanlığı ver, memleketin en güzel kızını karı olarak almama müsaade et; bundan başka ben ne söylersem dinle/ itaat et ( Moğolların Gizli tarihi, s: 61)

Cengiz, Horçi adlı yoldaşına 30 tane kadın hediye eder;

 “Horçi, sen o zaman: 'Eğer dediklerim tahakkuk eder ve Tanrı bunları tasvip ederse, bana otuz kadın almama müsaade et!' demiştin. Şimdi bu dediklerin olduğu için sana müsaade ediyorum: İdaremize alınmış olan halkların içerisinden en güzel kadın ve kızların bakıp otuz tanesini kendine seçip al! ‘ dedi.” ( Moğolların Gizli Tarih, s:138)

Cengiz, nökerlerine(silah arkadaşlarına) “Han”lık görevini nasıl yaptığını  şöyle belirtiyor:

Ben çok at ve davar sürüleri, halkın kadın ve çocuklarını aldım, bunları size verdim...” (Boris Yakovleviç Vladimirtsov: Moğolların İçtimai Teşkilatı: s: 124).

Cengiz Han, 65 yaşında iken 1229 yılında ölür. Yerine oğlu Ögedey tahta çıkarken, onuruna büyük şölen düzenledi:

“Âdet olduğu üzere, üç gün boyunca babasının kutsal ruhlarına yemekler sunmasını emreder. Noyanların ve generallerin ailelerinden en güzel kırk kızı değerli giysiler, çok değerli mücevherlerle süslenirler ve hana hizmet etmek üzere öbür dünyaya yollanırlar.” Yani kızlar öldürülüp Cengiz Han ile birlikte gömülür. (Moğolların Gizli Tarihi)

   “İranlı tarihçi Vassaf’a göre, İran Moğol Devleti’nin kurucusu Hulagü Han (1256-1265), bayramlık elbiseler giymiş güzel kızlarla birlikte gömülür…” (Doğan Avcıoğlu, Türklerin Tarihi. Birinci Kitap, s: 410-413.)

    Burada şu soru akla gelebilir: Antik bir topluma ait bir destan ile o toplumun gerçek yaşamı arasında bir benzerlik var mıydı, yani destanlar eski toplumların yaşantılarıyla örtüşüyor muydu ? Destanlar, sonuçta efsanelere dayalı mitsel hikayelerdir. Ancak, belki de yalınlıklarından ötürü, günümüzde pek de ilginç bulunmayan bu tür öyküler yakından bakıldığında, bunların aslında kolektif bilinç dışının resimleri oldukları ve toplumların çekirdeğinde yaşamış, istisnasız her bireye aktarılmış düşünce motiflerini sundukları görülür.

Mitler, yani tarih öncesine dayanan efsaneler (mistik masallar), insanlığın evrensel köklerine ait belirlemelerin yanı sıra, belli bir coğrafyanın tarihsel bir dönemine, ya da halkının değişen koşullara paralel olarak oluşturduğu bilincin de yansıması olabilir. Destanlara/mitlere böyle bir açıdan bakıldığında, Sümerlerin ‘Gılgamış Destanı’, Yunanlıların ‘İlyada Destanı’, Oğuzların ‘Dede Korkut Destanı’, Moğolların ‘Altın Soy (Altun Tobcı) Destanı’, Kırgızların ‘Manas’ destanı, Uygurlar’ın ‘Şine Usu Destanı’, Göktürklerin ‘Orhun Yazıtları’,vb eserlere kuşaktan kuşağa sözle aktarılan ve ortaya çıkışlarından yüzlerce, belki de binlerce yıl sonra yazıya aktarılan ve belli noktaları açığa çıkarmayı hedeflemiş öykülerdir.

Bununla birlikte, destanlar genelde tek bir kişiye maledilir, örneğin Yunan destanları Homeros'a, Göktürklerin (Oğuzların) destanı Dede Korkut’a, Babililerin destanı Gılgamış'a, vb. Ancak, destanlar bir ozanın, şairin ya da Şaman’ın hayal gücüne sığmaz; bu destanların ait oldukları toplumların tarihsel derinliklerindeki oluntuları günümüze taşıdıkları açıktır. Örneğin, Avrupa’daki Yunan halkları ile Anadolu’daki Yunan halkları arasında çıkan Troya (bugünkü Çanakkale-Asos) Savaşı’nı konu edinen, Troya kenti yıkıldıktan beşyüz yıl sonra yazıya geçirildiği tahmin edilen İlyada Destanı; aile, devlet, toplumsal yapılar ve savaş durumunda erkekler ile kadınların konumları, günlük yaşamları ile savaş durumunda erkek davranışları hakkında verdiği bilgiler bakımından sadece Avrupa toplumlarının değil, belki de insan tarihinin en eski ve en ayrıntılı yazılı eseri kabul edilmektedir.

    Yukarıda örnekleri verilen destanlardaki kayıtlar, tarihçilerin hem bizzat gözlemleri, hem de bilgi birikimleriyle yazdıkları tarih kitaplarında kadına şiddet ile köleliğin(esir edilme) birlikte uygulandığı çok açık görülmektedir. Birkaç örnek:

“Roma İmparatorluğunda taht kadının değil, erkeğin soyuyla devam ettirilirdi.”( E. A. Thompson, Agy, s: 168-169) .

“(İtalya’daki Got kralı) Theoderic’in 520’lerin başlarında yaşadığı durum tam da böyledir işte. 70 yaşlındadır ve ardında erkek bir varisi yoktur. Yedi yaşında olan torununun kabul edilmesi için çabalamaktadır. (Pether Heather: Gotlar: s:356). Çeviren: Erkan Avcı. Phoenix Yayınları /…/ 515’e kadar bir sürü kız çocuk doğuran birden fazla karısı olan Theoderic erkek çocuk olma umudunu yitirmiştir.

Onun yerine Theoderici’în kızlarından biri olan Amalasuentha ile evlendirilmek üzere İspanya’dan Eutharic adında bir Got getirilir.” /…/  526'da Theoderic'in ölümüyle İtalya'da ortaya çıkan politik durum hiç de istenilen bir şey değildir. İktidar gücü 516 ya da 518'de doğan ve dolayısıyla 8 ya da 10 yaşlarında olan Athalaric adına annesi ve Theoderic'in kızı Amalasuentha'dadır. Ge­nelde kadınlardan krallık gücünü ellerinde tutmaları beklen­mez. O nedenle bu gibi durumlar hep zorluklarla doludur ve sonu hoş olmaz. Brunhild adından bir Frank kraliçesi tahtta oturmanın bedelini atlara bağlanıp parçalatılarak ödemiştir çünkü 30 yıl boyunca süren hanedanlık çekişmelerinin tefe sorumlusu olmakla suçlanmıştır. Kadın idareci olması onu doğrudan hedef haline getirmiştir.

Amalasuentha'nın du­rumu sadece daha az endişe vericidir. /…/ Amalasuentha binbir güçlükle de olsa hayatta kalmayı başarır. Bir yerde, kaçıp kurtulması gerekliğinde geminin birini hazineyle doldurur ve Doğu İmparatorluğu'na yollar. /../ Konumunu meşrulaştıra­cak bir erkek çocuktan mahrum olan Amalasuentha'nın başı büyük beladadır. İdareyi sağlamak için kuzeni ve Theoderic'in yeğeni Theodahad'ı tahta geçirir ve emirlerini yerine getirmesi için ona yemin ettirir. /…/  Amalasuentha'nın iktidarına son vermek için Theodahad'la komplo hazırlığına girerler. Onu Aralık 534'te Tuscany'de Bolsena Gölü'nde bir adaya kapatır­lar ve daha sonra 30 Nisan 535'te hamamda öldürürler. (P. Heather: Agy, s: 369).)”

16. Yüzyılda Avrupalı sosyologlar, antropologlar tarafından incelenen Güney Amerika Kızılderili kabileleri talan için savaşıp yendikleri kabilelerdeki erkekler ya öldürülüyor, ya da yenenlerin aşiretine kardeş olarak kabul ediliyorlardı; kadınlarla da, ya evleniliyor ya da onlar da, yaşayan çocuklarıyla birlikte, yenen aşirete kabul ediliyorlardı. (Pier Claster: Devlete Karşı Toplum. Türkçesi: Nedim Demirtaş. Ayrıntı Yayınları)

  Eski çağlarda kadınlara yapılan kötülükler  nesilden nesile, İlyada Destanı’nda görüldüğü gibi,  kahramanlıklarla, Tanrılarla/Tanrıçalarla harmanlanarak sözle aktarılmış ve ilk ortaya çıkışlarından çok sonraları yazılı hale getirilmişlerdir. Modern çağlarda ise kadınların dramları sayılamayacak sayıda romana, sinema filmine konu edilmiştir. Örneğin, Halide Edip Adıvar’ın 1936 yılında yazdığı ve kendi yaşamından kesitler aktardığı “Sinekli Bakkal “ adındaki romanında  İstanbul saraylarında ve paşa konaklarında çok sayıda Çerkez kadın/kız olduğundan söz eder.

Bu kadınlar/kızlar henüz çocuk yaşlarında alilerinden kaçırılıp köle pazarlarında satılan kız çocuklarıdır. Bu kızlardan bazıları henüz ergen olmadan (regl olmadan) evlendiriliyorlarmış. Örneğin, romanın baş kahramanlarından bir olan Kanarya adındaki Çerkez kız henüz 12 -13 yaşlarındayken Kafkasya’daki ailesinden kaçırılıp İstanbul’da bir paşanın konağına satılır.

 İster uygar, ister barbar, ister Hristiyan , isterse Müslüman toplumlar olsun erkeklerde poligami  (çok eşlilik) bir gelenektir.

Kur’an’da: 

“Mü’min kadınlarla  evlenmeye güç yetiremeyen kimse, ellerindeki mü’min cariyelerden alsın”(Nisa 25). “

“…beğendiğiniz kadınlardan ikişer, üçer, dörder nikâhlayın. Haksızlık etmekten korkarsanız tek kadın veya mülkiyetinizde bulunan câriye ile yetinin; bu, adaletten ayrılmamanız için en uygun olanıdır. (Nisa:3)

https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/Nis%C3%A2-suresi/518/25-ayet-tefsiri

İran Selçuklu Devleti’nin veziri Nizamü’l-Mülk “Siyasetname” adlı ünlü eserinde Abbasi Halifesi Mu’tasım ile ilgili şu  hikayeyi yazmıştır:

“Rivayet olunur ki halife M u’tasım bir gün Kadı Yahya bin Eksem ile şarap meclisinde oturmaktaydı. M u’tasım meclisten kalkarak odasına gidip bir müddet sonra geri döndü ve bir kadeh içti. Sonra tekrar kalkarak başka bir odası­na gidip bir müddet sonra geri döndü bir kadeh şarap daha içti.

Bu şekilde üç defa odasına gidip geldikten sonra hamama gidip gusül abdesti alarak seccadeyi istedi, iki rekât namaz kıldıktan sonra şarap meclisine döndüğünde Kadı Yahya’ya dönüp: “Bunun ne namazı olduğunu anladın mı?” diye sordu. Kadı, “Hayır efendim.” deyince M u’tasım: “ Hakk Teâlâ azze ve cellenin ihsan buyurduğu nimetler için şükür namazı kıldım.” dedi. Kadı Yahya: “Ey Emirül-mü’mînin, nedir o nimetler, söyler misiniz?” diye sorunca Mu’tasım: “Üç düşmanımın üç kızının bekâretini bozmak için odaya üç sefer gittim. Bu kızlardan birisi Rum kayserinin kızı, diğeri Bâbek-i Erdeşîr’in kızı bir diğeri de Zerdüştî Mâzyâr’ın kızı idi.” dedi. Kadı Yahya bu sözler karşısında gayet şaşırmıştı.”  (Siyasetname,s: 332)

Abbasi Halifelerinden Harun Reşit hastalanmış. Kendisini sağlığına kavuşturan Hristiyan hekime verilmek üzere beş bin altın ile değişik ırklardan üç bakire kız göndermiş. Ancak, hekim altınları alıp, ben evliyim ve Katolik’im, dinim izin vermediği için kızları kabul edemem deyip, geri göndermiş ( Abu’l Faraç Tarihi, s:?  Türk Tarih Kurumu yayınları)  

   Romalı tarihçilerin Avrupa Hunları ve Gotlar ( Ostrogotlar ve Vizigotlar) hakkında yazdıklarından özellikle kral, askeri lider, üstün savaşçıların poligamik (çok eşlilik) oldukları anlaşılmaktadır. Örneğin Avrupa Hunlarının kralı Attila’nın kaç karısı ve kaç çocuğu olduğu tam olarak bilinmiyor. Aynı şekilde, İtalya’yı işgal ederek Got Krallığı kuran Theoderic’in kaç karısı olduğu bilinmiyor.  Ancak, poligami (çok eşlilik) geleneğinin   yalnızca liderle özgü olmadığı, 'ataerkil  aile düzeni’nin olduğu uygar, barbar ve dinsel toplumlarda/topluluklarda yaygın olduğu  görülmüştür.

Sosyolog H. Lewis Morgan’a göre,  poligami geleneği ataerkil kurumun en somut özelliği değildi. Bir takım insanların, evli ya da değil, babanın baskısıyla bir aile kurmaları yolundaki düzenleme daha çok toprak kazanmak [bu durum göçebeler için tabii ki geçerli olamaz], sürüleri ve toplumu korumak içindi ve bu da ailenin temel özelliğiydi. Aile bireyleri ve malları üzerinde söz sahibi olmak esas gerçeğiydiAtaerkil ailenin en belirgin özelliği, ailedeki erkeğin tek başına hâkimiyet kurmasıdır; sürüleri ve toplumu gözetmek özel­likle erkeğin işidir ve kadın ekonomik anlamda erkeğe bağım­lıdır.

   Yüzlerce/binlerce yıl öncesinde kadına karşı uyarlanan şiddet ve mal edinme (mülküne geçirme) biçiminin sonsuz sayılardaki örneklerden yukarıda alıntıladığım birkaç tanesinde bile çok net görülüğü gibi, kadına uygulanan şiddetin- Cinsiyet Eşitliği İzleme Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Serpil Sancar’ın da vurguladığı gibi- aniden değil, binlerce yılın ötesinden gelen bir şiddet sürecinin  devamı olduğu görülmektedir. Özetle, gerek destanlarda ve gerekse tarih kitaplarındaki kayıtlar kadına karşı şiddetin, kadınlarla erkekler arasında tarihten gelen eşit olmayan güç ilişkilerinin bir tezahürüdür.

  Kadına karşı uygulanan mülkiyet-şiddet-kölelik (esaret) insan düşüncesinde ne zaman belirdi ve ilk uygulandıklarından günümüze olan süreçte nasıl evrildi ?  Perulu materyalist Jose Carlos Mariategui, “kadın sorununu” mülkiyet ve paylaşım ilişkilerinden bağımsız olamayacağını ileri sürmüştür.

 Materyalist düşünce ve Kadının Kara Kaderi

   Materyalist düşünceye göre, “özel mülkiyet”, neolitik devrim sürecinde, yani  “orta barbarlık aşaması”nda hayvan sürüleri ve tarımsal üretimdeki artışların bir sonucu olarak, bu işlerde kullanılmak üzere, bir kısım insanların diğerlerini köleleştirmeye başladığı süreçte ortaya çıkmıştır. Binlerce yıl süren orta barbarlık aşamasının sonlarına doğru Doğu yarıkürede tahıl ekimi, gerçekleşir; bu yeni süreç  Amerikalı Sosyolog Lewis Henry Morgan (1818 –1881)  tarafından “barbarlığın yukarı aşaması” olarak adlandırılmıştır.

Özellikle sürüler kesinlikle toplumsal mülkiyetten aile mülkiyeti haline geldiği andan itibaren, kölelik olgusu ortaya çıktı. Çünkü aile, hayvan sürüsü kadar hızla çoğalmıyordu. Sürülere göz-kulak olmak için daha çok insana gereksinme vardı; bu iş için, üstelik tıpkı hayvan sürüsü gibi çoğaltılabilen, düşman savaş tutsakları kullanılabilirdi. Toplumsal yapı yukarı barbarlık aşamasından itibaren bu yeni üretim ilişkilerine göre biçimlenmeye başladı. Çünkü, özel mülkiyetin ortaya çıkışıyla toplumda kan bağına dayalı örgütlenme çözülmeye başladı; kişilerin / aile reisleri, ya da aşiret başkanları) daha önceden tüm aşirete ait olan toprakları ve sürüleri kendi mülkiyetlerine geçirmesi ve köleliğin sürekli hale getirilmesiyle insanlar arasında varlık ve güç farkları oluşmaya başladı. Günümüzdeki kadının ikinci sınıf insan olarak değerlendirilmesinin temeli de bu aşamada atılmıştır. (Friedrich Engels: Ailenin-Özel Mülkiyetin-Devletin Kökeni). 

http://www.medyasiirt.com/saglik/dr-sadik-topun-kaleminden-uygarlik-sureci-1-h12761.html

“ Eskiden elde edilmeleri o kadar kolay olan kadınlar, bir değişim-değeri kazanmışlar ve satın alınır olmuşlardı.” (Komünist Ahlak, internet)

     Bu durumda, Cinsiyet Eşitliği İzleme Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Serpil Sancar’ın, “kadın cinayetlerinin aniden değil, bir şiddet sürecinin sonunda yaşandığı; olay başlamış ve devam ediyor aslında, 'pat' diye, aniden ortaya çıkmış bir olay değil çoğu zaman bir şiddet sürecinin sonunda kadın katlediliyor,” tespiti,  Friedrich Engels’in günümüzdeki kadının ikinci sınıf insan olarak değerlendirilmesinin temelinin bin yılların öncesindeki  “Yukarı Barbarlık Aşaması: Tarım Devrimi” nde olduğu iddiası ile örtüşmekte midir? Yani, kadına karşı “şiddet süreci”nin başlangıcı insanlığın yerleşik yaşama geçip tarımsal üretim gibi büyük bir devrimi gerçekleştirmesi ile birlikte “kölelik” gibi büyük bir kötülüğü de yarattığı dönem midir?     

  Sonuç olarak, kadına karşı zulüm-şiddet-taciz sadece modern zamanlarda ortaya çıkan bir kötülük değil, kökleri tarihin derinlerinde ve materyalist düşünceye göre de  insanlığın tarımsal üretime geçişiyle, yani kolektif mülkiyetin özel mülkiyete dönüşme sürecinde ortaya çıkan ve günümüze kadar süregelen bir durumdur. Süreç içinde dinler, kültürler, hukuk, toplumların yönetim biçimlerinde bireysel özgürlüklere ve kadın-erkek konumlarının eşitlenmesine yönelik çok büyük değişiklikler yapmalarına karşın, tüm dünyada, özellikle doğu toplumlarında kadın bir mülk, cinsel bir varlık ve bu sıfatlarla ilintili olarak “Namus Meselesi !” olarak görülmeye ve kendi iradesiyle/bilinciyle “varolmak” istediğinde çoğu ölümle ya da sakatlanmayla sonuçlanan şiddete maruz kalmaktadır.    

Dr. Sadık Top  Biyokimya Uzmanı

Van Lokman Hekim Hayat Hastanesi

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.