Yıllar evvel dini mevzular hakkında uzun uzun sohbetler ettiğimiz, çok da istifade ettiğim ve bana göre Türkiye’de yayınlanmış en güzel Kur’an-ı Kerim Mealini yazan değerli bir hocamızın beni arayarak “Deist” olduğunu açıklaması bende büyük bir şaşkınlık yaratmıştır.

Ayrıca ülke olarak her ne kadar siyasi, sosyal ve toplumsal atmosfer muhafazakârlaşsa da Müslümanlar dini inançlarında gittikçe gevşemektedirler. Özellikle de genç nesiller “Ateizm” ve “Deizm” akımlarına kendilerini ciddi olarak kaptırmaktadırlar. Bu münasebetle daha evvel Gençlik ve Deizm üzerine yazdığım yazımı tekrardan yayınlama ihtiyacı hissettim

  Dr. Özgür AYDIN / SİİRT

 Gençlik deizme kayıyormuş. Muhtemel ve olağan bir saptamadır. Özellikle sosyal medyanın yaygınlaşması, internete erişimin artması, bilgiye ulaşımın kolaylığı, din hakkında herkesin ölçüp tartmadan fikir beyan etmesi ve ahkâm kesmesi olgunlaşmamış taze beyinler üzerinde bir şok etkisi yaratmaktadır.

Kafalarında deli sorular olan bu gençlerin ruhlarına, kalplerine, gönüllerine ve beyinlerine hitap edebilecek bir öğretmenin/üstadın/âlimin olmayışı onları boşluğa itmekte ve gençlerimiz modern çağın en büyük akımlarından olan ateizme ve deizme kapılmaktadır.

Ruhunu, kalbini, gönlünü ve beynini doyuramamış bir insan hangi dine mensup olursa olsun biraz araştırıp inancını sorgulamaya başladığında muhakkak ki kendi inancı hakkında şüpheye düşecektir. Bu sırada kendisini “İnançsızlık” ve “Cehennem” korkusu saracaktır.

Kendi inancı hakkında birçok şey kendisine “tuhaf” gelmeye başlayacak ama o daha fazla beynini yormak istemeyecek, “inançsızlık korkusu” kendisinin daha fazla düşünmesini engelleyecektir. İşte burada insanların büyük çoğunluğu ileriye gitmemekte ve haklı olarak kendilerini daha fazla incitmek istememektedirler.

Ama “inatçı ve sorgulayıcı” insanlar düşünmekte ısrar ederler. Kendi inançlarını koruyamamış bireyler muhtemeldir ki ilk olarak “Deist” düşünceye kayacaklardır. İnancını sorgulama cesareti göstermiş ve başlangıçta büyük bir korku da duysa kendi inancını terk etmiş bireyler gemileri yaktıklarından dolayı artık korkacak bir şeyleri kalmamıştır.

Bu yüzden daha fazla düşünmeye başlayacaklardır. İşte burada hep bir mucize beklentisi olmakta ve kişiler en ufak bir mucize ile eski inançlarına yahut da doğru olana inanmak istemektedirler. Ama bekledikleri mucize bir türlü gerçekleşmez. Bu arada daha fazla bilgiye ulaşılır, daha fazla soru işaretleri beyni kemirir ve “Deist” düşünce kendini artık “Ateist” düşünceye bırakır.

Başlarda dinleri kabul etmeyip sadece bir yaratıcının varlığına inanan bireyler artık bir yaratıcıyı da kabul etmez; varoluşu bilimsel verilerle açıklamaya çalışıp, varoluşun bir tesadüften ibaret olduğunu düşünür ve maddenin de sonsuz olduğu vehmine kapılırlar. İşte bu nokta kilit noktadır.

Bu düşünme serüveninin sonunu “Ateizm” zannedip ilerlemeyenler bu safhada kalıp ömürlerini bu şekilde geçireceklerdir. Bu düşünme serüvenine “Nefsini” karıştırmadan ilerleyen her “iyi niyetli” birey ise kısa bir deizmi tekrar yaşadıktan sonra muhakkak ki “Gerçek İnancı” bulacaktır. Bu düşünme serüveninde “Nefsini” karıştırmadan 

ilerleyen her “iyi niyetli, bilgili ve donanımlı” birey de muhakkak eninde sonunda sağlam bir imanla“Gerçek İnanca” ulaşacaktır.

Yani genelde gerçekleşen ve makul bir düşünme serüveninin aşamaları şunlardır; 1.İnanç 2.Deizm 3.Ateizm 4.Tekrar Deizm 5.Tekrar İnanç 6.Gerçek İnanç. Başlangıçta gerçek inanca sahip olan bireyler; araştırmadan ve ciddi bir düşünme serüveni yaşamadan inançlarını rutin yaşamışlarsa, bu onlar için çok ciddi ve büyük bir eksiklik sayılmaz.

Sadece ruhsal gelişimlerini ilerletme fırsatı bulmaz ve imanları “Taklidi” düzeyde kalır. Ama bu demek değildir ki her araştırmayan, her okumayanın imanı taklidi düzeyde kalacaktır. “Taklidi İman” okumadan ve araştırmadan da sadece tefekkürle dahi “Tahkiki İmana” evrilebilir ve böylece ruhsal gelişim sağlanabilir.

Bu yorucu ve riskli düşünce aşamaları sonrasında gerçek inanca tekrardan kavuşan bireyler ise büyük bir zorluğu başarmış olmakla birlikte artık kalpleri, gönülleri, ruhları ve beyinleri büyük bir huzura kavuşur ve ölüm onlar için Mevlana’nın deyimiyle bir düğün gecesinden başka bir şey değildir. Zira cevaplanamayan her soru beyin için bir ızdıraptır.

Sevgi ise kalp için elzemdir. “Muhabbet” ise gönlün arzusudur. Sonsuz isteklerle yoğrulmuş “Sonsuzluk” isteği ise, ruhun gıdasıdır. Yani bir insanın inanç olarak tam bir şekilde sakin, huzurlu ve kararlı olabilmesi için hem kalbinin, hem gönlünün, hem beyninin hem de ruhunun doymuş olması gereklidir. Bu yüzden kalpler sevgi ile yoğrulmalı, gönüller muhabbet ile doldurulmalı, beyinler bilgi ile donatılmalı ve ruhlar tefekkür ile sonsuzluk kapısını aralamalıdır.

İşte gençlerimiz; modern çağın doğurduğu sorulara cevaplar aramakta ama bu cevaplar ya yetersiz kalmakta yahut da gençler bu cevaplara ikna olamamaktadırlar. Bu sebeple “Nitelikli” ve “Donanımlı” öğretmenler yetiştirilmelidir.

Tabi ki sadece bilgi hiçbir işe yaramayacaktır. Gençlerimizin kalpleri, gönülleri ve ruhları beslenmediği takdirde beyin hiçbir zaman “Hakikati” yakalayamayacak ve doğru bir şekilde çalışamayacaktır. Bu sebeple 1400 yıldır İslam Medeniyetinin bel kemiği olan “Ehl-i Sünnet” mektebinde kendini yetiştirmiş âlimlere, âriflere ve üstadlara ihtiyacımız olacaktır.

Bu zamanda çok zor da olsa bu çizgiden şaşmamak en isabetli karar olacaktır. İşte herkesin konuşmaya ve yazmaya bile cesaret edemediği “Gençler deizme kayıyor” hikayesinin gerçeği bundan ibarettir. Elbette tüm bu yazdıklarım genellemeler içermekte ve istisnalar kaideyi bozmamaktadır.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.