Memur bir babanın altı çocuğundan biri olarak büyüdüm. Babadan miras bir malvarlığı yoksa ev sahibi olmak ufak birikimlerle birlikte emekli ikramiyesiyle alınırdı.
OHAL tazminatı bu süreyi biraz kısaltırdı; ama hayat hâlâ zordu, hesaplı yaşamak bir zorunluluktu. İşçi sınıfı Turgut Özal ile kazanmaya başlamıştı, esnaf çoğu zaman karın tokluğuna çalışıyordu.
Ailelerin tek derdi, çocuklarına iyi bir eğitim verebilmekti. Okula ilgisi olmayan gençler çıraklığa yönelir; yaz tatillerinde çalışmak neredeyse her evde değişmez bir kuraldı. Çocuklar hayatı çalışarak öğrenir, büyükler alın terinin değerini bilirdi.
Sonra refah geldi. Ak Parti’nin ilk on yılında Türkiye şaşırtıcı bir hızla zenginleşti. Beş yıllık çalışan araba sahibi olurken, on yıllık çalışan hem ev hem araba alabildi.
Esnaf da tüccar da kazandı, zengin daha zenginleşti. Ama bu refah, beraberinde görünmez bir yarış getirdi. Tamahkârlık. Herkes daha fazlasını istedi. Manevi dayanıklılık eridi, doyumsuzluk sessizce ama hızlı yayıldı.
Kapitalizmin soğuk nefesi, hayatın her köşesine işledi. Helal–haram çizgisi silikleşti. Bahisten uyuşturucuya, haraçtan dolandırıcılığa kadar pek çok yasa dışı kazanç normalleşti.
Tefeciye “iş insanı”, yolsuzlukla servet büyütenlere “beyefendi” demeyi normal karşılar hâle geldik.
Bankalarda vadeli hesaplar tavan yaptı; hesap sahipleri önünde saygıyı ve ilgiyi abartan banka müdürleri, yeni güç dengelerini gösteriyordu.
Maddi güç, toplumun yeni ölçüsü oldu. Parası olan dergahta, medresede, mecliste, partilerde baş köşeye oturdu. Alimi, şeyhi, bürokratı… Neredeyse hepsi aynı yanılgıya kapıldı: “Parası olan değerlidir, önemlidir.” Hâliyle halk da bunu kendi kuralı hâline getirdi.
Ve insan, farkında olmadan maddiyatın esaretine düştü.
Para gelsin, mal mülk gelsin… Nasıl gelirse gelsin.
Bu hâl benliğimizi sardı, bilgiyi, erdemi, ahlakı ve kanaati unutturdu. Hatırlatan da olmadı.
İşte tam bu noktada İsmet Özel’in sözü bir kez daha kalbimize çarpıyor:
“Kadınlar, kocalarına yahut oğullarına ‘Ben senden yüksek gelir beklemiyorum, sadece helal para kazanmanı istiyorum’ deseler, Türkiye’nin yüzü birdenbire değişir.”
Ve Alev Alatlı’nın mirası hâlâ yol gösteriyor:
“21. yüzyılın en çetin toplumsal projesi, helal olanı yasal olanla örtüştürmek olmalı.”
Biz ne zaman doğruluktan yorulduk?
Ne zaman gaflete bu kadar düştük de haramı kanıksadık?
Ve ne zaman helalin huzurundan vazgeçtik?
Gerçekten…
Yetmez mi artık?