Masada çok kıymetli isimler vardı. Konuklardan biri, hiç çekinmeden, terör devleti İsrail’in saldırılarına açıkça destek veren, bu yönüyle meşhur bir markanın içeceğini talep etti.

O anda kafamda şu soru yankılandı:
“Neden ya! Bize ne oldu?”

Konuşup konuşmamak arasında kaldım bir süre. Belki ortam uygun değildi, belki karşımdaki kişinin kalbini kırmaktan çekindim. Ama sonra içimden şu düşünce yükseldi:
46 ülkeden 497 onurlu insan “Benim canım, Gazzeli çocukların canından değerli değil.Ben, yapılanları kabullenmiyorum” deyip Canlarını ortaya koyarak insanlık onurunu kurtarmak için yola çıkıp bugün kaçırıldılar.
Filoya kararlılık anlamına gelen Sumud adını vermişlerdi.

Sumud filosuna yapılan hukuk dışı, ahlak dışı ve insanlık dışı saldırının öfkesiyle dayanamadım. Muhatabın ve davatlilerin engin hoşgörüsüne sığınarak şu tepkiyi verdim:

“Hocam, niye içiyorsunuz bunu?”

Kendisi son derece naif ve dost canlısı biriydi. Tepkisi ölçülüydü:

“Satmasınlar, biz de içmeyelim. Yasaklasınlar.”

Bu klasik söylemi duyar duymaz şöyle dedim:

“Hocam, ülkeye girişi yasaklanmasa da biz tüketmeyerek değersizleştirebiliriz. Zaten bu, hayatımızda olması gereken bir içecek değil. Halk olarak daha güçlü bir tepki vermeliyiz. Elimizden gelen ilk ve en kolay tepki, boykottur. Boykotlar yavaş da olsa sonuç veriyor. Bunu alışveriş merkezlerinde gözlemleyebilirsiniz. Soykırım destekçisi markaların ciroları düşüyor. Reklam kampanyalarıyla kaybı telafi etmeye çalışıyor ama dünya genelinde vicdan sahibi insanlarda bir bilinç uyanıyor.”

Hoca meseleyi şakaya vurarak geçiştirdi. Ama eminim ki içten içe hak verdi. Çünkü bu artık sadece bir içecek, bir tercih, bir tüketim meselesi değil.
Bu, bir vicdan, bir ahlak, bir insanlık imtihanı.

Gazze’de yaşananlar sadece Müslümanların değil, tüm insanlığın vicdanını ilgilendiren bir konu. Bu olup bitene karşı gösterdiğimiz ya da gösteremediğimiz her tepki; hem bu dünyada hem ahirette karşımıza çıkacak bir hesap olacak.

Elbette hükümetlerin, devletlerin ve siyasetçilerin büyük sorumlulukları var.
Ama bütün yükü onlara yıkmak bana kalırsa kolaycılıktır.
Çünkü kötülüğün bu kadar cesaret kazanmasının asıl sebebi, konuşması gerekenlerin suskunluğu ya da sadece kapalı kapılar ardında konuşmalarıdır.

Bu tavır, geleceği karanlığa terk etmektir.
Toplumun vicdanı olması gereken kanaat önderlerinin sessizliğidir asıl sorunlardan biri.

İster şeyh, ister âlim, ister ağa, ister akademisyen, ister sanatçı , ister sporcu, avukat olsun; fark etmez. Onlar toplumun öncüleridir. Sustukça, kötülük sesini daha da yükseltiyor.
Terör devleti İsrail’in işlediği vahşet karşısında sessiz kalmak, gerçeği dile getirmemek, olması gerekeni söylememek…
Bu, pasif bir duruş değil; aktif bir terk ediştir.

İkincisi Din Adamlarımızın gözlerden uzak olmasıdır?

Müslüman bir ülkede yaşıyoruz. Bu toplumun ruhuna yön verenlerin başında din adamları gelir.
Onlar sadece namaz kıldırmakla ya da haftada bir vaaz vermekle yetinemez.
Din, hayatın her alanında söz sahibi olmalıdır.
O bir vicdan, bir sorumluluk, bir duruştur.
Din adamlarımız, bu ümmetin gerçek sorunlarına şimdi olmazsa ne zaman dokunacaklar?
Toplum bu kadar savrulmuş, bilinçsiz, umutsuzken;
mimberdeki sessizlik ne kadar doğrudur?
Zulmün, haksızlığın, yozlaşmanın kol gezdiği bir zamanda susmak ne kadar helaldir?

Örneğin,

“Gazze soykırımına destek veren markaları satın almak haramdır”
şeklindeki bir cümleyi,
yaşamaktan onur duyduğumuz evliyalar diyarı Siirt’teki din adamlarından bir fetva olarak duymayacak mıyız?

Gözlerimiz bir de öğretmenlerimizi arıyor.

Eğitim denince akla gelen ilk figür öğretmenlerdir.
Öğrencisinin eline diken batsa canı yanan öğretmenlerimiz,
sizin de söyleyecek sözünüz, yapacak çok şeyiniz yok mu?

Ve Biz, Bireyler…

Peki ya biz?
Bizler bireyler olarak neredeyiz bu imtihanda?

Siirt gibi bir yerde bile Starbucks kafeler tıka basa doluysa…
Düğün masaları Siyonist markalarla donatılıyorsa…
Biz daha cephe gerisini tahkim edememişiz demektir.

İsrail’in zulmüne karşı durmak sadece sözle olmaz.
Önce evimizde, soframızda, tercihlerimizde bir ahlaki, İslami ve insani duruş sergilemek zorundayız.
Umursamazlık ve düşüncesiz tüketim tutkusu, bu zulmün en sinsi besleyicisidir.

Aziz bir devletin bakiyesi olarak, bu insanlık düşmanı yapıyla karşı karşıya gelmenin artık bir kehanet değil, somut bir gerçek olduğunu fark etmekte geç mi kalıyoruz?

Bu dönem yalnızca siyasi değil, vicdani bir uyanış dönemi olmalıdır.
Bu, sadece dindarlığın değil, insanlığın imtihanıdır.

Sorumluluk hepimizde:
Kanaat önderlerinde, din adamlarında, öğretmenlerde, sokaktaki vatandaşta, sofradaki tercihimizde…

Suskunluk suça ortaklıktır.
Vicdanlarımız susmasın. İnsanlık kazansın.
Şimdi konuşma, şimdi sahip çıkma zamanıdır.

Milletvekili Gül ve Vali Kızılkaya, TBMM’de Bakan Işıkhan ile Görüştü
Milletvekili Gül ve Vali Kızılkaya, TBMM’de Bakan Işıkhan ile Görüştü
İçeriği Görüntüle

Son söz: Sumud mücahidi Ayçin Kantoğlu’nun duyarken sarsıldığım, okurken korktuğum, yazarken titrediğim şu sözü ile bitiriyorum:
“Demek ki İslam mevcut insan bakiyesinden memnun değil. Kendisine yeni bir insan bakiyesi devşiriyordur korkarım. ”