Öğrencilik yılları.. Ekmek elden, su gölden. Hayat daha masumdu, hayaller daha cesurdu.
Biz o yıllarda sınırları aşan hayaller kurduk, haritalara sığmayan ideallerimiz vardı. Uçsuz bucaksız dünyayı değiştirebileceğimize inanıyorduk. Çünkü içimizde umut vardı.
Ama sonra hayat başladı ve biz, sistemin gerçeğiyle tanıştık. İnsanların neyi ne için yaptığını, neden eğildiğini, neden sustuğunu ve neden göz yumduğunu öğrendik.
Paranın bir tanrı olduğunu gördük. Üstelik bu tanrının milyonlarca sadık müridi vardı. Beş para etmez insanların karşısında el pençe divan duranlara şahit olduk. Kendini geliştirmiş, liyakat sahibi insanların geri planda bırakıldığı, vasıfsızların kürsüde ahkam kestiği bir düzene uyandık.
Torpilin, kayırmacılığın, yalakalığın meziyet sayıldığı bir düzen. Hak edenin değil, yakın olanın kazandığı bir sistemde nasıl umut taşısın insan?
Bu bir “zamanın bozulması” değil, bu hep böyleydi. Değişen teknoloji, iletişim, ulaşım oldu belki ama çürük olan hep aynı kaldı.
Ülkemizdeki bürokratlara, idarecilere bakalım. Kaçı işini bilerek yapıyor, kaçı sadece koltuğu koruma derdinde? Dürüstlüklerine kim kefil olabilir?
Bugün TBMM’deki 600 milletvekiline bakalım. Kaçı ülkenin gerçek sorunlarına hakim? Kaçı konuşurken cümle kurabiliyor, kaçı çözüm önerisi sunabiliyor? Kaçı adaletli, kaçı gerçekten halkı için orada?
Umutlu olmak için bir sebep arıyoruz ama her sabah, gözümüzü açtığımızda o sebep biraz daha uzağa düşüyor. Bir milletin umudu, hak edenin kazandığını gördüğü gün filizlenir. O gün gelene kadar biz, hayal kırıklıklarını göğüslemeye devam edeceğiz.
DR. ÖZGÜR AYDIN
yüzde bin haklı hoca bu sese kulak verin lütfen