YEREL HABERLER

Av. Diyaeddin Temiz’in Kaleminden:Söz Değil, Davranış Konuşur

Geçtiğimiz gece, Japonya’da okullarda temizlik görevlisi olmadığını, öğrencilerin kendi okullarını temizlediğini (Bizim TYP’lerle bile başaramadığımız) hayranlıkla okudum.

İlham verici, güzel hisler ve düşüncelerle uykuya daldım. Sabahında ise devlet hastanesine gitmem gerekti.

Sırayı bozmak için türlü yollar deneyen insanlarla karşılaşınca, rüyadan manen de uyanmış oldum. İliklerimize kadar işlemiş, alışkanlığa dönüşmüş gerçekliğimizle yeniden yüzleştim:

Biz doğruyu biliyoruz, güzel sözleri de… Alkışlanacak davranışları da.
Ama büyük bir sorunumuz var:
Sözümüzü yalanlayan davranışlarımız.

Teknolojinin iz bıraktığı bu çağda, insanlar artık kulaklarıyla değil, gözleriyle dinliyor.
Söz etkisini yitirdi; davranış başrole geçti.
Ne söylediğin değil, nasıl yaşadığın önem taşıyor.

Eskisi gibi bozuk aksanla, hatalı konuşan da pek kalmadı.
İnternet ve sosyal medyada karşılaşılan birkaç etkileyici cümle, herkesi hatip gibi konuşturur oldu…
Ama söylediklerini yaşayan kaç kişi var, derseniz; işte orası zayıf.

Hadi şöyle bir sosyal hayatımıza bakalım:
“Torpile karşıyız.” diyor herkes, ama sonra kendi çocuğu ya da yeğeni için ilk fırsatta tanıdık arıyor.
“Kaçak yapıya son!” diyor, ama evi, bağı ya da bahçesi ruhsatsız çıkıyor.
“Memur mesaisinde olmalı.” diyor, ama daireye kendisi hep geç geliyor.
“Gençler ahlaklı olmalı.” diyor, ama yalan söylemeyi alışkanlığa çevirmiş.
“Adalet mülkün temelidir, hukuk kalmadı!” diye haykırıyor, sonra kendi dosyası için referans arıyor.
“Rızkımı veren Hüda’dır, kula minnet eylemem.” diyor, ama ekmek elden, su gölden geçinmeye devam ediyor.
“Liyakat esastır.” diyor, ama koltuğu korumak veya yükselmek için öpülmedik el, ayak bırakmıyor.

Bugün bir çocuk, babasının “bırak şu tableti” nasihatini değil; elinden telefonu düşürmeyen hâlini hatırlar.

Bir genç, “saygılı ol” lafını değil; yaşlı birine yer veren birini örnek alır.
Bir toplum, “ahlaklı olalım” çağrılarına değil; bu ahlakı sessizce yaşayanlara kulak verir.

İşte bu yüzden, bir çürümüşlük var ki almış başını gidiyor.
Söyledikleriyle yaşantısı örtüşmeyen insanların harlandırdığı bir çürümüşlük…

İnsanlar artık sözün etkisine, cümlelerin vuruculuğuna değil;
hayatın tutarlılığına bakıyor.

Gelin , bu hakikati küçük bir baykuş hikâyesiyle noktalayalım :

Bir zamanlar, ormanda her sabah “erken kalkmanın faydaları” üzerine nutuk çeken bir baykuş yaşarmış.
Gün doğmadan ayakta olmanın erdemlerinden, tembelliğin zararlarından bahseder dururmuş.
Ama ormandaki hayvanlar fark etmiş ki, bu baykuş her sabah uyumaya devam ediyor.
Sözleri yüksek dallardan iner, ama kendi yuvasından öğleye kadar çıkmazmış.

Bir gün, tilki dayanamayıp sormuş:

“Bay Baykuş, bu kadar güzel sözler söylüyorsun da, neden kendin uygulamıyorsun?”

Baykuş esneyerek cevap vermiş:

“Benim düzenim farklı. Ama söz doğru, değil mi?”

Yaşlı kaplumbağa gülümseyerek araya girmiş:

“Doğru söz, eğri ağızdan çıkınca değerini yitirir. Tavsiyenin özü, onu yaşamaktır.”

Ve o günden sonra, baykuşun sözleri ormanda yankı bulmaz olmuş.
Çünkü herkes anlamıştı ki:

“Söz ne kadar süslü olursa olsun, davranışla desteklenmiyorsa uçar gider.”