YEREL HABERLER

Av. Diyaeddin Temiz’in Kaleminden:Dün İstanbul’da,Bugün Ankara’da, Yarın X, Y, Z Şehrinde Veya Şehirlerinde…

Ankara’da lise öğrencilerinin öğretmenlerine yönelik zorbalığı ve bu görüntülerin sosyal medyada yayılması, yalnızca eğitimcileri değil; insani değerlerini koruyan herkesi derinden sarstı.

Ancak görünenler, buzdağının yalnızca görünen kısmıdır. Kayda geçmeyen, örtbas edilen veya kamuoyuna yansımayan pek çok benzer olayın varlığı da açıktır. Bu tablo, eğitim sistemimizin içine sürüklendiği derin krizi bütün çıplaklığıyla gözler önüne seriyor.

Öğretmenin itibarsızlaşması, üzerinde ciddi biçimde durulması gereken bir uyarı niteliğindedir; adeta yaklaşan bir felaketin habercisidir.
Çünkü öğretmene saygının aşındığı bir toplumda, toplumsal çürüme kaçınılmaz hale gelir. Ancak çoğu zaman bu çürümenin, eğitim anlayışımızla olan doğrudan bağını görmezden geliyoruz. Okulu yalnızca bir “öğretim kurumu”, öğretmeni de “bilgi aktarıcısı” olarak algıladığımız sürece, eğitimin gerçek amacından uzaklaşırız.

Bu bakış, eğitim sistemindeki yapısal sorunlarla birleştiğinde daha da derinleşiyor. Zorunlu eğitimi 12 (kaçınılmaz son olarak +2/4 yıla) çıkarıyoruz; fakat yapısal sorunları çözmüyoruz.
Barajsız ve sınavsız yükseköğretim uygulamaları, üniversite diplomasının iş gücü piyasasındaki etkisini zayıflatırken; zanaatta teknik alanlarda ve vasıfsız işçide ciddi bir eleman açığı ortaya çıkarıyor. Bu da eğitimli gençleri, niteliksiz işlere veya uzun süre KPSS gibi sınav maratonlarına mecbur bırakıyor.

Eğitim sistemindeki bu boşluklar, devlet okullarındaki güvenlik sorunlarıyla birleştiğinde, velileri ve öğrencileri pahalı özel okullara yönelmeye zorluyor. Devlet okullarında ise öğretmenler öğrenciden çekinir hâle geliyor; disiplin mekanizması çoğu zaman sadece okul değişikliği ile sınırlı kalıyor. Çünkü herkesin aynı akademik süreçten geçmesini zorunlu kılmışız.

Bu yanlış yönelim sosyal ve iktisadi piyasasında da açıkça görülüyor:
• Hayvancılıkla uğraşan kişi yüksek maaşa rağmen çoban bulamazken, eğitim fakültesi mezunu genç, üç harfli marketlerde asgari ücretle çalışıyor.
• Marangoz kalfa bulamazken, hukuk fakültesi mezunları asgari ücrete razı oluyor.
• Tesisatçı çırak bulamazken, mühendis niteliksiz müteahhitlerin yanında düşük ücretle iş buluyor.
• Terzi, kaynakçı, fırıncı, çiftçi vs çırak ararken, üniversite mezunları kırklı yaşlara kadar KPSS maratonunda mücadele ediyor.

Bu tablo, “herkes üniversite mezunu olmalı” anlayışının toplumsal maliyetini açıkça ortaya koyuyor.
Üstelik bu koşullar altında gençlerden hem istihdam mücadelesi vermeleri hem de Aile yılına yaraşır şekilde evlenmelerini ve nüfus artışını artıracak çok çocuk sahibi olmaları bekleniyor; oysa bu beklenti mevcut gerçeklikle bağdaşmıyor.

Ankara’daki olay ve ülke genelindeki benzer vakalar ile evrensel ve örfi insani değerlerdeki yozlaşma artık ertelenemez biçimde köklü adımlar atılması gerektiğini gösteriyor. Toplumsal çürümeyi durdurmak ve eğitimde niteliği yükseltmek için, öğretmenlerin mesleki saygınlığını güçlendiren, okulların güvenli ve sağlıklı ortamlar hâline gelmesini sağlayan ve zorunlu eğitimi kısaltıp/esnetip daha işlevsel hâle getiren reformlara ihtiyaç vardır.
Ayrıca öğrencilerin bireysel ilgi ve yeteneklerine göre erkenden yönlendirilmesi, hem toplumsal istikrar hem de ekonomik verimlilik açısından zorunlu bir dönüşüm olarak öne çıkmaktadır.

Bu adımlar atıldığında, hem toplumsal çözülmeyi veya çürümeyi durdurabilir hem de geleceğe güvenle bakabileceğimiz bir eğitim sisteminin temellerini atabiliriz.