Kıymetli dostlar, deprem bölgesinde tamamlanan 455.000 konutun anahtar teslim törenine dair haberleri izlerken gözlerim doldu. O anlar, hafızamda hâlâ tazeliğini koruyan o büyük sarsıntıyı yeniden canlandırdı. Deprem, Siirt’te yıkıma yol açmamış olsa da, ömür tarihimizde hissettiğimiz en şiddetli ve en uzun sarsıntılardan biriydi. Deprem anında ne yapacağımızı bilemedik. Zaman adeta dondu. Çocuklar ağlamaya başladı; ben içgüdüyle birinin üzerine kapandım. Ardından bir yaşam üçgeni bulmaya çalıştık, sonra öylece bekledik… ve dua ettik.
O anlarda her ne kadar bulunduğumuz yerde büyük bir yıkım yaşanmasa da, bir yerlerde çok ağır bir felaketin yaşandığını hissediyorduk. Sarsıntı biter bitmez telefona sarıldım. Ama ne bir ses vardı ne de bir paylaşım… Hukukçular Derneği’mizin hesabına yazıp sordum; oradan da cevap gelmedi.
Sessizlik, felaketin büyüklüğünü daha da derin hissettiriyordu.
Sonrası malum…
Ne yazık ki on bir şehrimiz çok ağır bir yıkım yaşadı. O şehirlerde yitirilen canların, yaşanan acının tarifi yok; kelimeler yetersiz kalır.
Tüm Türkiye, bu büyük depremin ağır faturasını omuzladı. Zor, çok zor günlerdi. Ancak çok şükür; iman, sabır ve dayanışma ruhuyla bu günleri birlikte aştık.
Cumhurbaşkanımızın öncülüğünde gerçekleştirilen 455.000 konutun anahtar teslimi, yalnızca bir tören değil; devletin milletine verdiği sözün, kararlılığın ve sorumluluğun somut bir göstergesidir. Bu, gerçekten çok ama çok büyük bir hizmettir.
Maşallah!
Bir vatandaşı olarak, devletimin böylesine ağır bir badirenin altından kararlılıkla kalkmış olmasından büyük bir gurur duyuyorum.
Devlet varsa millet güvendedir.
Devlet, milletin iradesiyle kurulur;
millet, devletle ayakta kalır.
Allah’ım; bu aziz milleti, bu güzel devleti
kazalardan, belalardan, savaşlardan ve afetlerden muhafaza eyle.
Âmin.
Teşekkürler Recep Tayyip Erdoğan ve ekibi.
Teşekkürler Murat Kurum ve ekibi.
Kabul etmek gerekir ki:
Yaparsa AK Parti yapar.
Bu emek; takdiri, alkışı ve duayı sonuna kadar hak ediyor.
SAN’AT NEREDE…
Sanat camiasının; deprem anından arama-kurtarma çalışmalarına, milletin tek yürek olduğu dayanışma sahnelerinden çadır hayatlarına, toplu cenazelere, yakınlarını kaybeden insanların yürek burkan hikâyelerine; enkazdan hayata tutunuşlara, yavaş yavaş açılan iş yerlerine, yükselen konutlara ve anahtar teslimiyle yeniden yeşeren umutlara kadar sayısız gerçek ve sarsıcı hikâye ortadayken, bunları görmezden gelip saçma, yozlaştırıcı, toplumsal gerçekliğimize zıt, dini inanışınıza aykırı ve ruhsuz senaryolarla diziler çekmesini gerçekten anlayamıyorum.
Oysa bu topraklarda yaşananlar, kurgunun çok ötesinde; insanı derinden sarsan, ibret veren, umut aşılayan ve tarihe not düşülmesi gereken gerçek destanlardır.
Sanatın görevi, tam da bu hakikati görünür kılmak değil midir?




