Poliklinik önüne vardığımda ilk dikkatimi çeken, oradaki kalabalıktı. Gerçekten tam bir kuyruk. Ayakta bekleyenler, oturacak yer bulamayıp duvara yaslananlar…
Kapı ikide bir açılıp kapanıyor, içeride hasta olmasına rağmen sürekli bir girip çıkma hâli vardı. Bir düzen yoktu. Herkes kendi sırasını bir şekilde almaya, daha doğrusu içeri girmeye çalışıyor gibiydi.
Bir süre sonra randevu saatim geldi. Ama içeri girmekte tereddüt ettim çünkü içerinin dolu olduğunu görüyordum. Kapı önündeki birkaç kişiye, “Bu randevu sistemi nasıl işliyor? Ben şimdi içeri gireyim mi?” diye sordum. Kimse net bir cevap veremedi. Ben de “Biri çıksın da öyle gireyim,” dedim içimden. Baktım olacak gibi değil randevu saatinden yaklaşık on beş dakika sonra birinin çıkmasıyla, ben de içeri girdim.
İçerisi dışarıdan farksızdı. Doktorun odası neredeyse bekleme salonuna dönmüştü. Masanın önünü çevrelemiş üç dört kişi, sırayla değil de sıraya aldırmadan konuşuyordu.
Böyle bir ortamda sağlıklı karar vermek, doğru teşhis koymak ve hastalara yeterli zamanı ayırmak neredeyse imkânsızdı.
Doktor herkesi dinlemeye çalışıyor ama yüzündeki ifade bunu ne kadar sürdürebileceğini sorgular gibiydi.
Ben de sessizce bir kenarda durup fark edilmeyi bekledim. Ancak beklemek de bir işe yaramıyordu. Sürekli biri daha giriyor, doğrudan masaya yönelip konuşmaya başlıyordu. Hatta hiç sıra almamış bir hasta, hiçbir açıklama yapmadan doğrudan doktora yönelip derdini anlatmaya başladı. Doktor sakinliğini koruyarak yardımcı olmaya çalıştı ama belli ki sıkılmıştı. Kısa bir süreliğine dışarı çıktı. (Tüm bu karmaşanın en büyük yükünü ise hiç şüphesiz doktor taşıyordu. Sürekli kesilen bir dikkat, aynı anda birkaç kişiye yetişme çabası ve ne zaman neyle karşılaşacağını bilemeden çalışmak, doktorun verimini açıkça düşürüyordu.)
Asistanı içeride kalıp ortamı toparlamaya çalıştı. Ardından doktor geri döndü ve “Lütfen içeriyi boşaltır mısınız?” dedi. Ben de “ Randevum vardı ben de dışarıda bekleyeyim mi hocam?” diye sordum. “Hayır, siz kalın,” dedi. Oda nihayet biraz sakinleşti.
Muayene oldum, meramımı anlattım ve çıktım. Üç dakikada kısmen de olsa sorunum çözüldü .
Ama o odadan çıktığımda aklımda kalan asıl şey, muayeneden çok, oradaki düzensizlik oldu.
Gördüm ki, toplum olarak kuralları delmeye, sırayı yok saymaya, kendi önceliğimizi başkalarının hakkının önüne koymaya o kadar alışmışız ki bundan herkes zarar görüyor. Doktor da, hasta da, sistemin kendisi de. Bu sadece bir hastane meselesi ve sadece hastanede olan durum da değil. Bu bir alışkanlık hâline gelmiş. Kuralsızlığın sıradanlaştığı her yerde, en basit işler bile çileye dönüşüyor.
Bu gidişle, kendi oluşturduğumuz düzensizlikte boğulmamız kaçınılmaz gibi görünüyor.
Oysa kurallara uymak, sadece bir zorunluluk değil; birlikte yaşamanın, adil bir düzende herkesin hakkına saygı göstermenin temelidir. Torpil aramadan, başkasının hakkına tecavüz etmeden, sistemin sunduğu imkânları ortak akıl ve sabırla kullanırsak, hem bireysel hem toplumsal anlamda çok daha sağlıklı bir düzene kavuşabiliriz. Unutmamalıyız ki düzen, sadece yönetenlerin değil, her birimizin sorumluluğuyla ayakta kalır.